Allah’ın Yeryüzündeki Terazisi
İslam inanç ve düşünce sisteminin merkezinde Allah vardır. Bu, İslam düşünce sisteminin temel karakteridir. Batı düşüncesinde ve onun köklerini oluşturan Yunan felsefe geleneğinde ise merkeze insan yerleştirilir. Bütün ölçüler de insana göre oluşturulur.
Yine İslam inanç ve düşünce sisteminde Allah’ın merkezde yer alışına ek olarak hem bireysel hem de kolektif insan aklı öne çıkarılır. Zira Allah, bireysel insan aklını, ortaya çıkan yeni sorunlara çözümler üretecek güçte görür. Aynı şekilde kolektif insan aklını da başvurulacak bir kaynak olarak insanın önüne koyar. Bu anlayışın bir sonucu olarak İcma ve Kıyas, İslami bilgi kaynakları arasında yer alır. Çünkü insan aklı sadece anlama kabiliyetiyle değil, aynı zamanda hüküm koyma kudretiyle de donatılmıştır.
Akıl, Allah’ın yeryüzündeki terazisidir. İyinin kötüden, faydalının zararlıdan ayrılması onunla mümkündür. Bu yüzden İslam’da insan aklının kainatı keşfetmek ve Kur’an’ı anlamak için harekete geçirilmesi öngörülür. Öte yandan insanın daha kapsamlı bir değerlendirme yeteneğine kavuşmasını sağlamak amacıyla Kur’an’da önceki toplum ve kültürlere de yer verilir. Çünkü dünya tarihini belirleyen en önemli etkenlerden biri de Allah’ın inananlara yönelik yardımı ve inkarcıları helak eden gücüdür. Ne var ki bu gerçeği göremeyen pek çok gafil insan, egosunun hilesine yenik düşmekte ve her şeyi kendisinin yaptığını sanmaktadır.
Diğer taraftan tarihin belli bir amaca doğru aktığını kabul etmek, insanın hiçbir şey yapmadığı anlamına da gelmez. Zira verili şartlara insanın müdahale etmesi, daha baştan kabul edilmektedir. Öyleyse tarihte bireyin hiçbir rolünün olmadığını söylemek, en azından tarihin kendine ait yasaları olmadığını söylemek kadar saçmadır. Bu durumda toplumların tarihsel değişiminde ve gelişiminde esas unsur, sadece “tez” ve “anti tez” değil, bunların birleşimi olan “sentez”dir.
Sonuç olarak sebeplere sarılmanın insana, sonuçlarının yaratılmasının ise Allah’a atfedilmesi, ilâhi ve insani iradenin aykırılıklarını değil, paralelliklerini öne çıkarır. Öyleyse tabiatın oluşmasında ve toplumda önceliği bazı yaslara verip insanı bu yasaların işlemesinde sadece bir alet olarak görmek de bütün işlevselliği insana yükleyip bu yasaları ve onları yaratan Allah’ı yok saymak da akıl terazisini aşan birer ifrat ve tefrit örneği olup doğru değildir. Çünkü her yasa kendi sınırları içinde bir zorunluluk taşıyıp insanı kendine bağımlı kılsa da insan bu yasanın genel geçer şartlarına hükmedebilir. Sözgelimi çekim yasalarının ilkelerini uygulayarak kendisine kıtalar aşıran modern araçlar yapabilir. Ayrıca doğal ve sosyal bilimler geliştikçe insanoğlu kendi toplumsal kaderine daha fazla egemen olabilir. Tabii ki bütün bunlar, aklın terazisine, doğal ve toplumsan gerçeğin yasalarına uygunsa mümkün olur. Zira uçaklar, doğal kanunlara uygun oldukları için uçarlar. Rejimler, sosyal ya da siyasal sistemler de ancak toplumsal işleyiş yasalarına uygun olurlarsa yaşarlar. Aksi halde tarihi kaderci bir anlayışla yorumlamak ve onun tekerrür ettiğini görmek kaçınılmaz olur. Merhum Akif’in dediği gibi “Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar - Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?”