Ölümden Sonra Bizi Bekleyen Hayat
Dünya sonlu, insan da ölümlü bir varlıktır. Bunun için “ölümden sonra hayat” gerek dinin gerekse felsefe ve diğer bilim dallarının üzerinde durdukları en önemli konulardan biri olmuştur. Çünkü insanın öldükten sonra tekrar dirilip var olması, ilk bakışta kolay anlaşılıp kabul edilebilecek bir konu değildir. Zira ölümlü olduğumuza ilişkin hükmü, ölümünü gözlemlediğimiz bedene referansla verdiğimizde bedensel olarak varlığa devam etme düşüncesi, mantıkî açıdan zora girmektedir.
Buna mukabil, bedenden ayrı olarak rûhî bir varlığımızın bulunduğunu varsayıp bununla var olmaya devam edeceğimize hükmetmek de aslında ölmediğimizi ima etmek anlamına gelecektir. Nitekim “her nefisin ölümü tadacağı” ayetinden yola çıkarak bedenin öleceği, ama ruhun bedenden ayrılıyor olmasının acısını duyacağını ve onun gerçek ölümü yaşamayacağını ileri sürenler de olmuştur.
Aslında ölümden sonra hayatın varlığını makul ve mümkün kılan iki önemli faktör vardır. Bunlardan ilki, “sınırsız kudret sahibi fâil bir yaratıcı Allah’ın varlığı”; ikincisi de “insanın ölümden sonra da yaşayabilecek türden bir varlık olarak yaratılması”dır. Bu durumda her şeye kâdir olan Allah, insanı tekrar yaratabilir. Onu ölümden önce sahip olduğu bütün fiziki ve ruhî niteliklerle yeniden programlayabilir. Böylece insan ölmeden önce sahip olduğu kişilik özelliklerinin aynısına öldükten sonra da sahip olabilir. Bu yüzden ölümden sonra hayat, bir hayal ve kuruntu değildir, bilakis fizikî, ruhî ve zihnî imajlara yeniden sahip olmanın ta kendisidir. Böyle olduğu içindir ki bizim şu anda yaşadığımız dünyada bastırılan duygu ve arzularımızın gerçek karakteri ahirette ortaya konacak, buna bağlı olarak da orada farklı dünyalar, yani “cennet” ve “cehennem” olacaktır.
İnsanın bir “varlık” bir de “oluş” hali vardır. Oluş hali, insanın var oluş halinin ucunun açık olduğunu ve onun farklı formlarda var olmaya devam edeceğini göstermektedir. Fiziki ölümü, olmakta olan insanın oluşumunun bir aşaması olarak görürsek ölüm pozitif/olumlu anlama kavuşacak, aksini düşündüğümüzde ise negatif/olumsuz bir anlam taşıyacaktır. Öyle anlaşılıyor ki insana “metafiziksel bir köken” sağlanarak diğer varlıklardan tür olarak bir farklılık bahşedilmiştir. İşte bu türsel farklılık onda sırf fiziksel dünyaya bağlı kalmama, onun ötesinde de şu veya bu şekilde var olma arzusu oluşturmaktadır. İnsanın bu arzuya paralel bir kodlanmışlığa sahip olması ise onun öldükten sonra dirilip yeni bir hayat sürmesinin hem makul hem de mümkün olduğunu ortaya koymaktadır.
Sonuç olarak, ölümden sonra bizi bekleyen hayatın mahiyetini tam olarak bilemesek de emin olduğumuz bir şey var ki o da bu hayatın “ilahi rahmet ve adaletin” bir açılımı olarak karşımıza çıkacak olmasıdır. Bu da insanın gelecek hayatının kendi yapıp ettikleri yanı sıra Allah’ın rahmet ve adaletinin hem bir tecellisi hem de neticesi olduğu anlamına gelmektedir. Bu yüzden ahiret, ontolojik açıdan dünya hayatının devamı, ahlaki açıdan da sonucudur.