Seyirci Koltuğundan Sürücü Koltuğuna
Modernitenin yükselişiyle birlikte dinin toplumdaki nüfuz ve itibarı azaldı. Onun yerini sekülerizm, materyalizm ve kapitalizm gibi felsefi ve ekonomik sistemler aldı. Bunun neticesinde hayata bunlar yön verir oldu. Bu sitemlerin etkisinde kalan çok sayıda insan da gözlerini yükseklere dikip mal ve makam tutkusunu gururuyla giderek Allah’tan ve dinden uzaklaştı.
Aslında mal, servet ve ekonomi, insanın hayatını sürdürebilmesi için gereklidir ve bu kötü bir şey değildir. Bu yüzden kazanç vasıtası olan ticaret, piyasa ve pazar, hem bir iletişim hem de bir değiş tokuş vasıtası olarak işlevini sürdürmelidir. Yanlış olan malın ve kapitalin, insanın değerini ve hayatın nihâi gayelerini belirleyen tek unsur haline getirilmesidir. Çünkü insanın değeri ve hayatın nihâi gayesi, kapitalin ve paranın dışında belirlenir. Şayet ekonomi tek başına bireysel, toplumsal ve ulusal ilişkilerin yegane düzenleyicisi, iktidarların da tek kaynağı haline gelirse o zaman “din” şekline dönüşmüş olur.
Nitekim günümüzde seküler ve kapitalist sistem din haline gelmiş, günün moda düşüncesi de “ bir an önce tüket ve at” şeklinde kendini göstermiştir. Daha geçtiğimiz yıllarda Coca Colanın “mutluluğa kapak aç” adlı reklamında 102 yaşındaki birisi, bir çocuğa hayatın anlamını şöyle anlatıyordu: “ Sevdiklerimle mutlu anları paylaştığım, dostlarımla güzel sohbetler yaptığım, güzel yolculuklara çıktığım, bir sürü güzel insan tanıdığım, güldüğüm, eğlendiğim, yediğim, içtiğim tam 102 yıl… Sen sen ol bebek, dünyaya mutlu olmak için geldiğini aklından çıkarma… O halde içelim..” Bu reklamın, muhafazakâr olarak bilinen bir gazetenin arkasında tam sayfa olarak yayımlanması da ayrıca manidar!
Evet, bu haz ve hız çağında sınırsız ve haksız arzular, insana kendini ihtiyaçmış gibi sunmakta ve onu peşinden koşturmaktadır. Bu durum karşısında bizler seyirci koltuğuna oturarak bu çılgın koşuyu seyredip onun tadını çıkarmaya devam mı edeceğiz, yoksa yerimizi değiştirip seyirci koltuğundan sürücü koltuğuna geçip bu yanlış gidişe dur mu diyeceğiz? Buna hiç kuşkusuz biz karar vereceğiz. Bu da bizim sınavımız olacak! Şayet bu süreç iman mantığı ile yönetilebilirse imtihanda başarılı olunabilir. Çünkü iman nimetiyle rızıklanan dünya ziynetine aldanıp helak olmaz.
Sonuç olarak Kur’an fakirliği tasvip etmez. Ama onu kınamadığı da ortadadır. Zengin olma isteği ise masum ve meşrudur. Ancak meşru yollardan kazanıp muhtaçlarla paylaşmak kaydıyla… Zira Kur’an, Karun’u zenginliğinden dolayı değil, mutlak mülkiyet iddiasında bulunup paylaşmayı reddettiği için eleştirir. Paylaşmanın temel esprisi ve ahlâki gerekçesi ise sevinci artırıp acıyı azaltmaktır. Bu yüzden zenginlik de fakirlik de mutlak üstünlük kriteri değil, imtihan vesilesidir. Bu imtihanda Allah, insanın elinin dolu veya boş olup olmadığına bakmaktan ziyade kalbinin ve elinin temiz, imanının sahih, amelinin Salih, tavrının da doğru olup olmadığına bakar.