AKP-C
Attila İlhan
Bu başlıktaki harfler, ilk bakışta yasadışı örgütlerden herhangi birinin rumuzuna benzetilebilir. Ancak benim bu yazıda, yasalarla girdi çıktıları çok iyi olan AKP ve C’yi yasadışı imiş gibi gösterip yasalarla ilkesel ve varoluşsal olarak aralarına mesafe koymuş çevreleri incitmek gibi bir gaye edindiğim anlaşılmasın.
Yazının başlığı, baştan bu ikisi arasındaki farklılığın silik bir çizgiden ibaret olduğunun peşin hükmüne işarettir. Yani isterseniz o çizgiyi silin.
Temsili bir istiareyle ifade etmek gerekirse durum şöyle:
Bir sofra düşünün ki onun etrafına oturabilmek noktasında, başından beri şüphe götürmez bir ittifak oluşmuştu. Yani kalpler, oraya oturmak konusunda evvelden mutmain idi. Neyin yenip neyin yenmeyeceği noktasında ortaya konacak tavrın ise herkesin kendi damak tadı yahut iştahı adına belirleneceği kararlaştırılmış; açıkça biz bunları yemek veya şunları yememek üzere bu sofrada oturacağız dememişti kimse. Hele bir oturalım, bakalım. Getiren götüren ne olur… Hesap bu idi. Kimse, kimseyi kandırmadı.
“Kalkınmacılığın” ve “Daireyi Genişletmeciliğin” ideal istikametleri, bu cezbedici zengin sofranın Meryem oğlu İsa’nın sofrası gibi kutsiyet kazanacağı inancında idi. Bizimle şereflenen sofra, hidayet bulur, o sofradan âleme “ışık” saçılır ve insanlık, “ampulün” yeniden keşfedilebilir bir şey olduğunu anlarlar diye bir hesap yaptılar.
Sofraya oturmak da bir maharettir; fakat biliyoruz ki oraya oturmanın basit bir yolunun olduğu buralarda pekiyi bilinir: Zıddını gösterip ibreyi kendine çevirmek. Yani bu, Türkiye’de hep iş gören bir usul olmuştur. Birileri, Kur’ânı, ezanı yasaklarsa ibrenin görece başka bir tarafı göstermesi çok şükür bu topraklarda zor olmaz. Çok şükür demem, bu fasit döngünün hayır olduğuna inandığımdan değil, halkın bir sabitesinin olduğu gerçeğindendir.
İşte bunlar da ne kadar zıttı varsa (başörtüsü, imam hatip, askeri vesayet…) ibreyi kendilerine tuttuklarında sofranın yeni konukları oluverdiler. Yediler içtiler, bütün dünya çocuklarına Türkçe şarkılar söylettiler.
Herkesin bir yoğurt yiyişi vardı. Biri kolejler, dershaneler, oraya buraya sızmalar, sızdırmalar, sorular, dolmalar bizden olmalar üzerinden sofraya yüklendi; diğeri rezidanslar, toplu konutlar, orman arazileri, özelleştirmeler ile dayandı. Şairin dediğinden: “Masa da masa imiş” demek de var, ancak ondan önce herkesin karnında tuttuğu bir sır vardı.
Aynı malzeme ile yapılan yemeklerin küçük baharat değişiklikleri ile yarattığı çeşni farklılık, sofradakilere damak zevki üzerinden aidiyet bilinci katmakta idi. Herkesin önünden yediği bir sofrada sorun yaşanmaz, lakin tabağın ortasına gelindiğinde, parmaklar birbirine değince, önce bir irkilme sonra bir tiksinme oldu. Bir şeyin zıddı olduğunun ibresini kendine tutanlarla biz yeniden karşılaştık. Yağlı ellerle biri hain, diğeri vatansever yahut hortumcu oluverdi.
Şuradaki veciz ifadeyi basit bir totoloji olarak okumak, sofranın önceki misafirlerine ayıp olmaz mı? “Dün dündür, bugün bugün!”
Bu kadar sofra muhabbeti yeter. Her şeyin bir doyum noktası vardır. Türkçede gınâ geldi, deriz. İşte bu andan itibaren “Kalkınmacılar” ve “Daireyi Genişletme Abileri” şişen yerlerini nereye sığdıracakları hakkında bir problemle karşı karşıya kaldılar. Birinin orta parmağı öbürünün boğazına hasbelkader girdi. Etrafa yayılan koku, bu kusmuk kokusu. Yediklerinin hazmını beklerken diğerinin parmağını yemeyi yedirir mi berikisi? O da diğerinin boğazına sokuverdi orta parmağını. Durum: 1-1 gözüküyor.
Bütün bu sözlerim, size isnadı olamayan, acımasız, kör ideolojik saplantılarım gibi gelebilir. Bu sebepten bana köktenci de diyebilirsiniz. Amerika işgal edeceği yerleri, köktencilerin acımasız faaliyetlerine dayandırarak işgal eder her zaman. Yani isteyen, istediği dili konuşarak iş görüyor demokrasilerde.
Üzücü olan, mümin algısının, nasıl işini bilen, reel hesaplar yapabilen bireylere kalbedildiğine, bir halkın bankalara nasıl peşkeş çekildiğine ve Büyük Ortadoğu Projesi’nden rol kapıp Dinler Arasındaki Diyalog’la kendini sağlama almanın hinliğinde olanların: yoku var bilip olmayanı paylaşan milletimi, şimdi birbirine nasıl düşman ettiğine şahit olmak.
“Ya ben öleyim mi söylemeyip de?”
Bu bir düğün sofrasıydı. Anlaştılar, oturdular, yiyip içtiler. Şimdi ise tutkunu oldukları demokrasinin yetkisine dayanarak "medenice" ayrılıyorlar. Bakarsınız yarın tekrar birleşirler.
Cevabını bildikleri soruyu kendimizi teyit etmek adına soralım. Oturdukları, yiyip içtikleri sofra, aynı zamanda bunların nikâh masasıydı.
Peki bu ülkede nikâhı kim kıyar?
#