İmanı Olanın Ameli De Olur
Zamanın pençesinde kıvranan seküler insan, ziyanda ve hüsrandadır. Hüsransa dünya ve ahiret sevabından ve saadetinden uzak kalıp kayba uğramak demektir. Çünkü hüsran nefsin helak, malın telef olması ve ömrün boşa gitmesidir. Hüsrana uğrayanlarsa genellikle inkârcılar, münafıklar ve fasıklardır. Ayrıca iyi işleri çoğaltacak yerde azıyla yetinenler de bir bakıma ziyandadır.
Bununla birlikte hüsrana uğramak bir realite olsa da bu durum kişi ve toplum için değişmez bir kader değildir. Zira hüsrandan kurtulup başarıya ulaşmak mümkündür. Hz. Peygamberin insanları hüsrandan Kur’an’la kurtarması ve her türlü kötülüğü İslam’la ortadan kaldırması da bunu gösterir.
İnsanı hüsrandan kurtaran üstün değerlerin başında “iman” gelir. İmandan maksat, “Allah’a ve O’nun vahyettiklerinin doğruluğuna inanıp hayatı tevhitle şekillendirmek” tir. İman, kesin ve yakin tasdikle başlayıp huşu/Allah’a saygı, haşyet/korku, tevekkül/güven ve sevgi olarak değişik seviyelerde artan ve eksilen kalp fillerini ifade eder. O, sıcak suya benzer Sıcaklık arttıkça kaynar ve enerji/amel üretir. Azalınca da soğur, donar ve itikada/dogmaya dönüşür. Bu sebeple imanı olanın ameli de olur. Çünkü amel, imanın sadece cüz’ü/parçası değil, aynı zamanda sonucudur.
Körü körüne iman bir marifet değildir. Koca karı imanı da her ne kadar samimiyeti ifade etmek için kullanılsa da o zamanla imanı öldürüp cehaleti ve dogmayı ödüllendiren bir unsur haline gelebilir. Kur’ani imanın ayırt edici özelliği ise insanın neye inandığını izan ve idrak ile bilmesidir. Çünkü İslam’ın özü “sahih/doğru ve diri iman ile Salih amel”dir. Şayet iman ile amel arasındaki bağ koparılırsa iman itikada, amel de adete dönüşür. Kelime-i şahadet de diri bir imanın bilinçli bir ifadesi değil de ezberin ve alışkanlığın bir tekrarı haline gelir. O zaman da şimdilerde örneği çokça görüldüğü gibi ahlaki duyarlılığı gevşemiş veya İslami kişiliği ciddi yara almış sözde Müslüman tipler ortaya çıkar.
Hüsrandan kurtulmanın ikinci yolu da “Salih amel”dir. Amel “insanın bilinçli ve iradeli olarak yaptığı her iş”tir. Salih amel de “ İslam’ın iyi, doğru, faydalı ve meşru sayıp yapılmasını istediği ve insanın sevap kazanmasına vesile kıldığı bütün işler” dir. Bu yüzden insanın Allah’a bağlı kalmasını, İslam’ın da hayata hakim olmasını sağlayan bütün hayırlı ve verimli işler bu terkibin anlam sahasına girmektedir. Salih ameller İslam fıkhında genellikle “farz, vacip, sünnet, müstehap ve mubah”; Salih olmayanlar da “haram, mekruh ve müfsit” gibi kelime ve kavramlarıyla ifade edilir. Hüsrana uğramamak için bunların yanı sıra hakka riayet ve onu başkalarına tavsiye etmek, hak ve hayır yolunda sabır ve sebatla yürümek, İslam idealini ve pratiğini gerçekleştirmek için de her türlü zorluğa göğüs gerip geleceğe yönelik bir güven direnci içinde olmak gerekir.
Sonuç olarak muteber iman, amel ile ispat edilen imandır. İmanı ispat eden eylemse Salih ameldir. Bu da imanın sadece vicdanda kalmamasını, ayrıca toplumsal alanda yer alıp somutlaşmasını zorunlu kılmaktadır. Çünkü sosyal ve siyasal alanlar büyük sevapların kazanılabileceği veya büyük günahların işlenebileceği alanlardır. Bunların kendine has raconu olduğunu iddia edip o alanları dinden ve imandan tecrit etmeye kalkışmaksa hem İslam’ı hayatın kenar semtine itmek hem de Allah’tan rol çalmaktır. Zira İslam sırf vicdanda kalması gereken bir din olmadığı gibi sadece mabet/tapınak dini de değildir; bilakis o gerçek bir hayat dinidir.