Hayırlar Fethi, Şerler Def’i İçün
İnsanların bir kısmı, işinde gücündeyken insanların bir kısmı da yok yere kendine iş çıkarır. Dikkat edin, bu kendine iş çıkarmak deyimi pek olumlu kullanılmaz dilimizde.
Doğrudur, zaten kendine iş çıkaranlar da pek kendi maslahatlarını düşünmezler. Yani onlar için görünen bir kâr üzerinde yürünmediği baştan bellidir.
Hayatın sınırlarının pek yakınında dolaşan öte dünya (ölüm) için, işinde gücünde olmak (bu deyim, “etliye sütlüye karışmamak” manasını ihtiva eder) bu dünyaya nispeten pek emniyet sağlamamaktadır. Bu sebeptendir ki hayırlar fethi, şerler def’i içün kendine iş çıkaranlar, gazâ ed-erler. Sınırda olduklarını bilirler.
Büyükler, fethedilecek şeydeki hayrı, def edilecek şeydeki şerri gözete gözete yani hayırları fethedip şerleri def ede ede bize bu toprakları bırakmışlar. Bizim bozgunumuz işte bundan vazgeçtiğimiz anda başladı.
Hayrı önemsemek, şerre ses çıkarmamakla yahut şerre karşı çıkmak, hayrın merhametini unutmakla nasıl insicam gösterebilir?
Taraklı’nın çocukları 2008 yılında, bunu çok iyi fark etti. Etrafta kurulu taassup duvarlarını zorlaya zorlaya önce Kelâm'ı hecelemeye çalıştılar, sonra da keşfe çıktılar.
Aradıkları şey, Taraklı'nın kadim sokaklarında olan bir şeydi. Ne hariçten ihraca ne de hariçten gazele ihtiyaç vardı. Yapılması gereken kerpiçlerden dökülen tozları bilerek içine çekip birkaç kez hapşırmaktı. Sonrasında birbirlerine dönüp çok yaşa! demeden "bizden önceki şu sokakların sakinleri; neden ve nasıl yaşadı" sorusunu sormakla bir şeyler yavaş yavaş anlaşılmaya başlayacaktı.
Taraklı’nın ihtiyarları, dulları, çocukları, hastaları, yetimleri ve miskinleri anlaşılsın diye onlara dua etti. Hepsi bu kadar...
Atılan adımların sahihliği, iki bayram üst üste gidilen, İstiklal Harbi'nden kalmış yalnız bir kadının Karşı Mahalle'deki evinde tecrübe edildi. Her ikisinde de kadının, küçük odacığa istiflenmiş bir dizi genç kafaya bakarak "askerlerim" tabirini kullanması, seçilen mevzii, vuzuha kavuşturuyordu. Yani bu gençler, demokrasi ve liberalizme âşina olmuş adımlara tevessül etmeyen, işini bilmeyen adamlardı.
Allah, bu duaların yüzü suyu hürmetine Yunuspaşa Camii, Yukarı Camii, Konak Camii ve Aşağı Camii’nin güzide imamlarını onlara rehber kılıp şu kısa sürede beraberce birçok hayrı fethetmeyi nasip eyledi.
Bu gençler, Taraklı'da toprağa basmanın ve zemini bilmenin kompleks taşımayan güveninden hareketle rahatlıkla dünya haritasını okuyabiliyorlardı. Arakan'da, Doğu Türkistan'da, Irak, Suriye, Kudüs, Mısır ve Afganistan'da neler olduğunu anlamaya çalışırken bu meşguliyetin vatanlarıyla, namaz kıldıkları caminin, oturdukları mahallenin, bahçelerini suladıkları küçük derenin, salçanın, tarhananın, ramazanın, teravihin, kapı komşusunun varlığıyla nereden bağlantılı olduğunu keşfedebiliyorlardı.
Bu nedenle geçen yaz: "Taraklı'dan Ümmet'e İslâm Coğrafyası" başlığı altında tertiplenen sempozyum, misli görülmemiş bir sempozyum olmasını, "nereden nereye ve nasıl" baktığını bilmenin kararlılığıyla ve yine akademinin işin içine dahil olmayan (etliye sütlüye karışmayan) soğuk dilini kullanmayarak kazanmıştı.
Bu nedenle yapılan bütün çalışmalar "dernek" çalışması değil, "varlık" çalışmasıydı. Dernek, sadece bir intizam sağladı bu çalışmalara.
Suriye faaliyeti de yapılan bu çalışmaların küçük bir parçasıydı. Bir tufana karşı küçük bir tekne olabilmekti niyet. Ancak iman, Nuh’un gemisini yürütüyordu. Bütün köyler, bütün eşraf, memurlar, kadınlar, çocuklar seferber oldu o gemiyi doldurup yürütmeye. Bir gemi (tır) doldurulabilir mi, dendi. Hamdolsun, iki gemi olarak Nuh’un bereketli aşının pişmesi için Suriye’ye, üç elçiyle birlikte gönderildi.
Taraklı'nın elçileri Taraklı'nın çocuklarıydı: Gürhan'dı, Enes'ti ve Faruk Serkan'dı. Onlar, elimizin kolumuzun henüz bağlı olmadığını, televizyonların karşısında çaresiz yığınlar olmadığımızı ispatlar belgelerle sağ salim döndüler.
Umutlandık...
Allah şahitliklerini kabul eylesin.
Yunuspaşa Camii imamı ve Taraklılara Hizmet Derneği başkanı Alaattin Özçayır Hoca ve dostları bu yolda bir bal arısı gibi gece gündüz çalışan; ilmi, imana taşımanın bedelini ödemekten çekinmeyen dava erleriydi. Allah ömürlerini bereketli kılsın.
Madan Mehmet amca: “Sevginin olmadığı yer, şer ocağıdır” derdi. İçimize sevgiyi katan Mevla’mıza, -şerleri henüz def edemesek de- mazlumların yanında olma imkânını verdiği için ne kadar şükretsek az.
#