Hattat Saim Özel’le Karşılaşma
Gebze’de yaşayan şair dostum Muhammed Yaşar, 23 Nisan tatilini fırsat bilip İstanbul’a, yanıma geldi. Restorasyonu yeni tamamlanmış Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Camii avlusunda, sabahleyin buluşup Eminönü tarafına geçtik.
Babıali yokuşu üzerinde, benim ikindi sonrası uğrak yerim olan çay ocağında biraz soluklandıktan sonra, dostumun çok sevdiği bir şairin baskısı tükenmiş şiir kitabını Cağaloğlu’ndaki kitapçılarda aramaya koyulduk.
Aradığımız şairin, kitaplarını basan yayınevi yetkilileri, istediğimiz baskıyı bulmamızın güçlüğünden bahsettiler. Dostum, aradığı bu şiir kitabından aynı baskıda dört beş tane kendisinde mevcut iken sevdiklerine hediye ede ede kendisinde bir tane olsun bırakmadığı için bir pişmanlık içerisindeydi.
Rasgeldiğimiz bir yayınevinde, ben de hediye etmekten kendime bir tane dahi ayıramadığım Saint Exupery’nin “Kale”sini bulmuştum. Bu kez ihtiyaten üç tane aldım.
Şairler, iç dünyalarıyla meşgul olmaktan bazen dışarıdaki en belirgin şeyleri atlayabiliyorlar ki dostum da belki defalarca geçtiği Divan Yolu üzerindeki padişah kabirlerinden habersizdi. Birkaç ziyaretgâha uğraya uğraya Beyazıt’a kadar yürüdük.
Öğle yemeğini, benim kendimi rahat hissettiğim bir mekânda, Vefa'daki bir yerde yiyebiliriz teklifimi, yorgun haline aldırış etmeden kabul eden dostumla menzilimizin istikametini de belirlemiş olduk. Yemeğin akabinde ise geciken öğle namazı için Süleymaniye bize yakın gözüküyordu.
Gerek sahaflıktan önce gerekse sahaflık sırasında birçok kez alışveriş yaptığım Sahaf Ahmet abinin dükkânı önünden geçerken “ya nasip” dedim dostuma. “Belki aradığın o şiir kitabını burada bulabiliriz Muhammed.”
Sahaf Ahmet abi yoktu dükkanda. Yerine bıraktığı emanetçi çocuk, şiir kitaplarının bulunduğu bölümü kısa bir taramadan sonra “aradığınız kitap yok abi” dedi. Umutsuzca dükkândan çıkacağını zannettiğim şair dostum Muhammed, bizimle ilgilenmiyor, dükkandaki fotokopi makinasının etrafında durup masadaki bir şeye doğru eğilerek konuşan üç kişiye sokulmuş bakıyordu. Sonra bana döndü:
“Hattat Saim Özel!” dedi. “Nerede Muhammed?” dedim. “Fotoğrafta, bak!” diyerek adamların fotokopi çektikleri siyah-beyaz fotoğrafın aslına işaret etti. Ben de yaklaştım. Evet, oydu.
Aramızda geçen bu sesli konuşmaya şahit olan üç kişiden yaşlı olanı, fotoğraftan başını kaldırarak: “Siz nereden tanıyorsunuz Saim Hoca’yı, buraya nereden geldiniz?” dedi. Taraklı’dan dedik. Dostum Muhammed birkaç kez Taraklı’ya gelmiş Hattat Saim’i gıyaben tanıyordu. Bense komşumuz olduğundan ve kendisinden çocukluk dönemimde, bir yaz Kur’an talim etmişliğimden bahsettim.
“Peki öyleyse fotokopilerden birini sana hediye ediyorum. Hoca'yı ziyarete Taraklı'ya da gelmiştim ben” dedi adam.
“İsimleri de yazıverin fotoğrafın altına” dedim. Elindeki kurşunkalemle soldan sağa: Saim Özel, Hamit Aytaç, Rafet Güngör yazdı. Bir caminin bahçesine benzeyen mekanda, ayakta çektirilmiş bu fotoğrafta, kendisini göstererek: “bak bu benim” dedi. “Onlarla beraberdim.”
O ara, söze Yemenli bir Arap karışıp “ben de Hattat Hasan Çelebi’nin talebesiyim” dedi. Biz ona "ehlen ve sehlen" derken baktık diğer adam fotoğrafıyla birlikte kaybolmuş.
Siz kimsiniz? O iki üstatla nasıl ve ne vesileyle fotoğraf çektirdiniz? Fotoğrafı çektirdiğiniz yer neresiydi…. Hepsi meçhul kaldı.
Hiçbir soru soramadık. Ancak isminin Rafet Güngör olduğunu öğrenmiştik.
Sahaftan ayrılıp Süleymaniye Camii’ne doğru yürürken bir taraftan fotokopiye yansımış Hattat Saim Özel ve onun meşklerinin bulunduğu kitabının takrizini yazmış, 20. yüzyılın en değerli hattatlarından, Diyarbakırlı Hamit Aytaç'ın ve tanımadığım Rafet Güngör’ün beraber çektirdiği fotoğrafa bakıyor, diğer taraftan da kaybettiğimiz bu adamı tekrar görebilir miyim diye arkama bakınıp duruyordum.
Şair dostum bilgece: “Ne arıyorsun, nasibimizde soru sorup cevabını almak yoktu, nasipte olan, sadece o fotoğrafın fotokopisiydi… onu da aldık” dedi.
Namazı Hattat Saim Hoca’nın imam ve hatiplik yaptığı Süleymaniye Camii’nde eda ettik ve caminin bahçesinde çok sevdiğimiz şair Yavuz Altınışık ağabeyle karşılaştık. Doğrusu şiir gibi bir gündü. Gün, şair dostum Muhammed Yaşar’ın yazmış olduğu son şiiriyle tamamlandı:
BULUTLARIN GÖTÜRDÜĞÜ
Sayısız insan
Bir pencerenin ardından
Yağmuru seyretti
Kırılan ışığını güneşin
Salınan gelincikleri
Bir pencerenin ardından
Sayısız insan seyrediyoruz
Sayılı bir günde
#