Fısıltı
“Nasip, güzel bir ihtimâl” denemez bu yüzden.
İmkânım olsaydı, solgun dudaklarım ve kuruyan dilimle bile fısıldamak kolaydı aslında. Ben kalemim ve titreyen elimi kullanarak nasıl fısıldanır, kimselere duyurmadan yazarak usul usul nasıl konuşulur, öğrenmeliyim!
Sözcüklerin cümlesine gizlenmeliyim.
Kimseciklerin duymasını istemediğim, çoğu merakın ulaşıp dokunmasından korktuğum bana ve birkaç kişiye mahsus mahremiyetim var benim.
Açılırsa mânânın peçesi, utangaç suskunluğumun tam göğsünden yırtılırsa küskünlük elbisesi.. Kalbimden geçen her şey bütün çıplaklığıyla salınıverirse umuma.. Umumhanelerde ahlâksızların dudaklarından ve dillerinden damlayan zevk salyalarına dönüşürse cümle sözcüklerim, bir edepsiz gibi kızarır yüzüm, duvaksız kalır!
Edebiyat, fısıldayarak yazmak bir bakıma… Varı, yok kılıp mânâyı edebiyle tesettüre bürümek… Açılıp saçılıp tüm çıplaklığınla sadece mahremine boşaltmak içindekileri…
Ve şimdi bir tek sen, yaklaş hadi, gel biraz beri.
Ki usul usul anlatayım sana ne var ve ne yoksa. Varlığın yoksunluğundan kurtulayım derken, bütünüyle yokluk karanlığına nasıl düştüm, kötülüğün koynunda çığlık çığlığa, nefes nefese nasıl soluklandım sadece sen bil.
Sebebiyle sadece sen bil ki çok kötüyüm!
Bana güzel de olsa bir şiir yazılmasın artık, varım yokum konuşulmasın! Yok sayılmanın, bir taraftan hâlâ vâr olmanın acısı nasıl katmerli…
Meryem’in unutulup gitme, yok olma isteğinin neydi sebebi?
Ki ben üç vakit susma orucumu nasıl unuttum!
Yerin kulağını nasıl unuttum!..
Oldu mu bu yaptığım? Unutmak orucumu bozdu mu? Duyuldu mu fısıldarken peydahladığım bu nâmahrem sevi... nasıl tedirginim, her fısıltı gibi.