Kandiller
Allah'ın sevdiği sevgili Peygamberlerine, hasseten ilgi duyduğu için, onların da sivilliklerini, çobanlıkla geçirmiştir. Bunun hikmeti, çobanlığın masumiyetindendir. Onların gezdirilmeleri de raslantı değildir. "Kurban olacaklık-ları" imâ edilir ki, bunda da, hikmet-i hûda vardır.
Koyun peşinde Allah'a kul olmak, peygamberlere de yakışan kıvam , budur .
Bu erişilip ardınılabilecek bir makam mıdır?
Her çoban peygamber midir diye, soramazsınız.
Keza peygamberler de çobandı diye bir kural yoktur. Ancak "peygamberimizin de çobanlığı" olmuştur diyebilirsiniz. Allah'ın tercihinde çobanlık, bir peygamber "istidadı olup", hoş bir sünnettir.
Allah ve onun rızası, peygamberleri "rızk" peşinde gösterip algılatır. Onlar, ekmek teknelerinde bile, koyunu, önlerine katarak, bizim de nasıl olmamız gerektiğini, imâ etmişlerdir. Ekmeğinin peşinde olmaklık -olsa olsa- peygamber istidadıdır. Rızkın paylaşımında, ne panik, ve ne de münzevîlik, vardır. Peygamberlerde yaşamın normali , "koyun" tabiyatında ki mülâyimlik onların karakteristiğidir
Rızk ve mülk kendinin değil, yanındakinindir. Bunu böyle sandıran da, kömin tabiyatının zamanımıza yansıyan, "eser miktarı" da olsa bakiyyesidir.
Müslüman ibadetinde de, koyun tabiyatlıdır. Yaratanını hisseder ve "bir-in," bir olanın peşindedir. Onun imanında, "dokunum , yutkunumdan sonra" gelir. Hiçbir peyygamberin yaşam öyküsünde ona dokunum anlatılmamıştır. Bu "dokunulmazlık" ezelle ebed arasında "sana ma'lum olana dek bekliyeceksin.
Soru sormayan birliktelik, imanımızdaki ayırıcalığı imâ eder.
Daha Türkçe'si:
Öğreten (peygamber) önde değil, "yaratan O" öndedir.
O nedenle büyük melekler -anca- öğretirler, -ama asla- yaratamazlar.
Allah bu nedenle kadir gecesini anlatmağa özen gösterir. Benzetme ve ifade ilgileri, sadece o geceye hastır. (ekstra-dır) "Bin aydan daha hayırlı" dendiği yerde, "nesne" lüzumsuzlaşır. Bu lüzumsuzluk, tanrısal müdahale ile kaybolan kalabalıklara vaziyeti "nak-l edip" devşirir. Bu kertede "nasip," atadan kalma "mülk hükmünde", sahibini bulur.
Allah toleranslarını kendi iradesinde tasarruf etmek için,
bu geceyi ilan ve ihdas etti.
Fazlalık alenileşti.
Aramızdaki hukukta "bağış" bizim bu büyüklüğü kavrayamamızla haddinde sustu.
O gece evrensel vatandaşlık başlamıştır ve bu gece yağma vardır. Bazılarımız üşüyecekler de. Mükerrer olmayan her hareket, size evvelkinin "aynısı" gibi gösterilecektir. Benzerlikler evreni mükerrer sandırır. Aldanmayın !
Tanrısal illizyon başlamıştır.
Her görünüm o anlık olduğu için, büyük sanatkâr yaratır, kendini seyreder, seyretmeye doyamaz.
Şimdi, bu gece KADİR gecesi ya?.
Onu , -KADİR gecesini- avama -güya- anlat diyor..
Anlatacağız ama nasıl? Arabça mı?
İnsanın doğasında da anlatacak güç ve kudret, o beceri yoktur.
Çünkü kadir gecesine "İnsan olarak" girip, "ne mübarek ve kutsal bir gece" diye kutsayıp, nurun tasallutundan kurtulamazsın. Bu nur'un tasallutudur. Panikleme affedileceksin.
Simit Mehmetler'in,
Nagadak Sıtkılar'ın, kara işçilik yaparak da, cennetlerini sütre gerisinden, nurlarını vasıtasız görmeleri -nerdeyse- kesindir.
Zik'rin anlamsız tekrarlar mı, yoksa anlaşılmaya aday, "NESNE ile, cirit dansı mı olduğu sorusu sadece Ademoğlunun değildir.
İşte, "İsevîlerin", neden ve niçin , kendi dillerinde (Latince) ısrar ettiğini, ilim dünyasının kapısını, kendi dilleriyle mücehhez kıldıklarını (indeksli) -bilmem-anlıyor-musunuz?. Ahirette "dil sorunu yokken, bizi bu kavgada kullananlar mahdut olup insan kalanlardır.
Anlaşılmadığı için, "meşhur " edilen bu dillerdir.
Anlaşılmadığı için de, en önemli kapılarda, "k ı s t a s" olmuştur.
Bu diller bâki kaldığı sürece, "bilimin kapısı" -giren ve çıkan- bu çetrefil dil, onların tasarrufuna bırakılarak, yeni gelen kuşaklar eğitilecektir..
Camide -Hocaya- sor:
"Hocam, yarın -inşallah- cennette de dil, hangi lisanla olacaktır!" de.
Cevabı -duyduk duymadık demeyin- Arabça'ymış. Ma'lesef TÜRKÇE değil ama, kudretin tercihi -ARAPÇA- dır.
Ben Diyanet'e sordum da konuşuyorum.
Milliyetçiliğin ahirete de sızıp, sirayet etmiş, sınır tanımayan vizyonudur bu.
Alemleri karıştırır. Peygamberleri -haşa- yarıştırıp, döğüştürür.
Şimdi -Taraklı'ya- mahallemize dönersek!
Kelimelerin tazeliğine "bir manav kadar" hassasiyet göstermeyen, "ekşimiş hacıların" yanında değil, "taze hacıların " yanında,"keyfe halikum muhterem " diye de, hava yapmalarına doyum olmuyor.
Ne dersiniz, ne demelisiniz?
"Eşkürüküm bi hayri!" diye, inadına Türkçe !.. gibi mi yanıtlayacaksınız. ?
Kadir gecesi, Berat Kandili, Muharrem'in üçü, Muhterem'in dördü gibi, ifâdeler, - çok dikkat edin-, bir kuşatmanın aşamasıdırlar .
Ucuna "cennet" ilinmiş, gönüllü bedavacılıktır bu.
İçinizden biri de, Türkçe'den, günlük hayatımıza girmiş bir iki sözcük bulup da, Almanya'da kullansa ya? Oynattı diye ilgili pisikoloğun adresi, anında adresinize atılır, size, "sakat ve
tımarhanelik" yaftası takarlar.
Aklınız başınızda mı sizin?
Bunca müfredat çalışmasına rağmen, hala "keyfe halikum" diye , Arapça'nın efsunu peşinde olanlar var.
Tam elli yıl Almanya'da Türkçe Öğretmenliği yaptım.
Türkçe sağlam dildir,bunu bilirim.
Bizi Analarımız kadar mı bileceksiniz? Değirmen şakırdağı gibidirler.
Eşkürüküm .
Ahi Naci İşsever
#