Taraklı Ağzı...
Sakarya'da, Adapazarı'na, 65- km uzaklığı olan Taraklı'nın, "çok uzak" olduğunu özenerek söylemek , Adapazar' lıların lüks'sü-dür
Önceleri, günlük gazeteleri akşama doğru -anca- gelen Taraklı, şimdi kapısında, "tekmili birden" bilgisayar kullanıyor. Uzun lafın kısası, ilimizle bizim aramız, bir sigara içimi.
Laf lafı derler ya!..
On yaşında filan.
Bağımlılık bu ya, okumadan edemediğim "tarih ilaveleri" yüzünden ben, saatlerce Terzi Ali'nin karşısında beklerdim. Terzi kalfası Cinci İsmail de erkenciydi. Acıyan olup da, dükkana çığıran olmazsa, bir gazete için o ayaz, o çocuğa fazlaydı, Ama gene de beklerdim. Terzi Ali'nin Cemal, iyi dükkan süpürürdü. Sinaplı arada bir, Akif Çavuşun İsmail'i gönderip, dükkana çağırarak, komşuluğu-nu gösterirdi.
O gazete ilâveleri ki beni, gelecekle değil, geçmişle oyalardı. O günlerdeki Milliyet'in, Cumhuriyet'in tadı, susamsız Taraklı simitleriyle çıkardı . Sinaplı -nerde gördüyse- lokumlu biskü-i yerdi. İşte benim, ilk Türkçe Sözlüğü tanımam, o günlere raslar.
Babam Ormancı Sadettin'in "Oğlan okur" diye eve getirdiği "TÜRKÇE SÖZLÜK", başka bir planete düşmüş, başka uygarlıkların eşyası olarak, 1954 yıllının , bizim evdeki ilk armağanıdır. Demek ki on yaşındayım.
O sözlüğü okurken beni, bir ibadet disiplini tütsü gibi sarar, "mabutları kişileşmiş" kavim-lerin arasında gizlenirdim. Çocukluk. Taptığı eşyanın nefsime sızan tadını, bana "mayalayan" da kimdir, bilmezdim. Artık sözcükler, tercüman isteyen bir kıvamda, okundukça -kendi kendini- kemi-recek, tedricen şekillenip, günden güne eskiyecektir.
Günler geçtikce, kendi anadilini , " yabancı dil hükmünde" algılayıp, onu, "tere -ve- tereci" gözüyle süzmek, -sizi bilmem- benim için çok zor oldu. Sözkonusu zorluğa katlanınca da, ana-dilinizin "yabancı dil hükmünde" algılanması , "temel bilgileri bırak, küçük ayrıntılarda bile, beklen-medik zorlukları getiriyor. Daha hakça bir deyişle, "alası, karasına" karışıyor.
Zaman sizi yaşlandırıyor. İşin çapı -haliyle- değişiyor. Siz anası ölmüş "anadilinizin, " elemanı olduğunuzda, resmî dili köğe, köğü de resmi dile, yaklaştırıp, işi becerdiğini sananlardan olacaksınız.
...
Nerdeyiz ?
Zurnanın "zırt" dediği kertedir burası .
Ükelâlar, çokbilmişler çoğalmış, "dili" devletin müdehalesinden kıskananlar (sakınanlar) çıkmıştır.
"Devlet-sizliği" mi öğeceksiniz ?
Kahvedeki "bana göre-likler bitmiş, "ne yapalım ki diye soran, "çoğulcu-luk" (demokrasi) öndedir artık. Adı üstünde, "ana-dil" bu. Artık devlet başa kuzgun leşe'dir.. Devleti -hatta- onu siz kursanız bile, bireye (vatandaşa) " dil " gerek. Bunu bilmeyenin sırtında boza pişirip kaynatırlar. Ne Keçiören devesi, ne de kendi akrabası, bu yükü taşımaz. Düşün ki anadildir aranan.
Her vesilede, aklı ereninin de, ermeyenin de konuştuğu , "İstanbul Türkçesi" var ya? İşte o Türkçe'nin İstanbul'a girmeden önceki, "Anadolu-lu- hâlini", (Yenice Tarakçı'daki hâli) üstüne konuşuyoruz ve de çok konuşmalıyız.
Bu gün şakanın bittiği, itilmiş ve kakılmışların -artık- canlandığı yerdeyiz. Ola ki ahir zamandır. Bu dilin içinde, payı sofrasında kaşıklanmış, (talan edilmiş) yetim hakkı vardır.
Dilde "ağız" dediğin, nefes alıp veren, hatta neyin paylaşılacağından da haberi olan, -ve de asla- üvey olmayan "kalıntıdır". Horlanıklık onun istidadıdır.
Öyleyse nedir noksan olan ve ne yapalım?
Hadesten soyutlanacaksın. "Niyet ettim Türkçe'ye sahiplenmeye" deyip, işe ibadet disiplini ekleyeceksin. Mobilize eden (dizayn eden) "sen" olacaksın. Asla ve asla, araba (romork) gibi değil.
Dilde "edilgen" dişilikten, delikanlı kuşaklara hamile, kişiliğinde korunmasız eleman gerek, . Neden bilmem, insanlar anadilin "doğasını tanıyıp, " tavır sergileme konusunda çok hevesli oldukları halde, hayatî müdaheleye gelince sıra, âtıl ve pörsümüş oluyor.
Söz temsili:
Kars'ta Cirit'e, Sulukule'de "bizim hava-ya, "
Hele hele Taraklı'da, Kadı Ahmet'in, Alâ Kadir'in, Refik Usta'nın oynadığı zeybek'ine buruk bakıyorsunuz da? .
Ne demeye geliyor bu ?
Siz, meseleyi halledecek misiniz?
Yoksa...
Bizi lafa mı tutuyorsunuz?
Delikanlı olun !
Ahi Naci İşsever
Emekli Oğretmen