Altınlara Ne Oldu
Bundan yıllar önce Taraklımızda bir altın söylentisi çıktı ki sormayın. Yer yerinden oynadı. Altın konusuna vakıf olan ve bire bir ilgisi olan insanlarda bir birine karşı şüpheler bile oluştu. Hatta etraftaki bazı insanlar da ister istemez bu konunun içinde buldular kendilerini. Efendim aslında altın meselesini anlatmak için çok gerilere gitmek gerekiyor. Tabi bende naçizane olarak elimden geldiğince, bu söylentilere maruz kalan, bir takım dargınlıklara sebep olan altın hikayesinin tarihi sürecini anlatmaya çalışacağım. Tarih övgü veya sövgü için değil gerçekleri öğrenmek için vardır. Bu gerçekleri yazarken kimseye bir kinimiz yoktur.
Hamit çavuşlar sülalesinin, ki bu soy ağacının en büyüğü olan ihsan çavuş olduğu halde neden hamit çavuşlar denir yıllardır anlamış değilim. Acaba bu üç kardeşin en büyüğü İhsan Çavuş(benimde büyük dedemdir) memlekete getirdikleri kamyonda muavinlik yaparken, en küçükleri İbrahim Çavuşta şoförlük yaparken, Hamit Çavuş patronluk yapma görevini üstlendiği için mi demişler? Tartışılır tabi. Hamit Çavuş o kadar patronluğa adapte olmuş ki Adapazarı’ ndan veya geyve’den dönüşlerde İhsan Çavuş ve İbrahim Çavuşun çocukları ve torunları dedelerimiz bizlere ne getirdi diye beklerken, Hamit çavuş çanta dolusu eşyayla gelirmiş diğerleri bakakalırmış. İşte bu ailenin en büyük dedelerinin çok parası varmış. Yani İhsan, Hamit ve İbrahim kardeşlerin babası’nın küp küp altınları varmış. Bu büyük dede kendisinin bu altınlarda gözü olan hasımlarını biliyormuş ve bundan dolayı altınları Alman çimentosuyla sıvayıp evin duvarlarına saklamış. Hatta bir akşam büyük dede hasta olmuş geçmiş olsuna gelen birkaç kişi, onu, bizim oraların tabiriyle tere yatırıp yani terletip sıcaktan boğarak öldürmüşler. Hanımefendisi odaya girdiğinde sıcaktan aynanın sırrının eridiğini görmüş. Ama altınlara ulaşamamışlar.
Daha sonraki kuşak, yani çocukları İhsan, Hamit ve İbrahim çavuşlar bu altın meselesinden haberdarmışlar. Hatta İhsan Çavuş dedem bir keresinde evde nineme ve anneanneme bu altınlardan bahsederken evin duvarlarında saklı olduğunu söylemiş. Ama evimiz o kadar güzelmiş ki, bu baba yadigarı evi bir küp altın için yıkmaya vicdanı elvermemiş.
Aradan tahminen 30 yıl geçti, yıl 1990-91. Yıkılan evin sadece geriye kalan küçük duvarından erik almaya çıkardık. İşte o duvarın içinden o yıllarda bir küp altın çıktı. Anneannem bu olayları o zaman bizlere anlattı ama çok geç kaldı tabi. Yıllar önce evini yıktırmayan ihsan dedemin çocukları da tok gözlü olup altınların peşine düşmezken, hatta bu arada şunu da belirtmek isterim anneannem o arsayı bundan birkaç yıl önce sattı. Birileri yıllara meydan okurcasına maziyi hatırlamayan bizlere maziyi tekrarlattılar. Kimi şunda dedi, kimi bunda. Kimileri birbirini suçladı. Kimileri haddi olmadan altınları sahiplendi. Tarih tekerrür mü etti bilmem, altınların kimde olduğunu da bilmiyorum ama bildiğim tek şey var o da altınların bizde olmadığı. Ya birisi ya da birileri aldı. Birisi aldı ise evini barkını düzmüştür. Birileri aldı ise paylaşmışlardır. Sahi hakları olmayan bir şeyi nasıl adilce paylaştılar acaba? Pazarlık nasıl bitmiştir?