SASKİ Hazretleri Öyle Buyurmuş !
Toprağa suyun yürüdüğü bu mevsimde, daima Çeşme-i Hızır arayanların hâl tercümesini yazmayı ne kadar isterdim.
"Kuru ekmekle bayat peyniri lezzetle yiyen/Çeşmeden her su içerken şükür Allah'a diyen" bir ecdadın çocukları olduğumuzu kitaplardan okuyarak değil, mahallelerinde biteviye akan Taraklı'nın çeşmelerinden öğrendik. İstanbul'daki âbidevî çeşmelerden değil, mahalle çeşmelerinden bahsediyoruz...
İzzettin Kömürcü ağabeyin Taraklıajans'taki "Bu Çeşmenin Suyu Kesilmez ki? " başlıklı haberini okuduk. Haber metnini iktibas ediyorum:
"Taraklı ilçesinde, merkezde, Kültür Evi önündeki tarihi çeşmenin suyu, SASKİ tarafından kesildi. Vatandaşlar çeşmede suyun kesilmesine tepki göstererek: “Yaklaşık 100 yıldır akan bu çeşmenin de suyu kesilmez ki” diyerek SASKİ yöneticilerinin çeşmeden su akıtmasını istediler."
Türkiye öyle bir yer haline geldi ki devletin herhangi bir kurumunun, herhangi bir uygulaması hakkında hayra dönüşebilecek bir eleştiride bulunmak bile; sizi bölücü, ajan, darbeci, işbirlikçi kılabiliyor. Bu sebeple şimdi söyleyeceğim şeyler, beni de "su"dan sebeplerle bu sınıftan bir kimse yapabilir.
Bundan, yani suyumun ısınmasından çok korkuyorum(!)
Zira dün darbeci denilenler, sonradan özür dilenesi kahramanlara; dün kendilerini Türkiye'nin barış mücadelesini Türkçe anlatmaya adamış olarak iddia edilen öğretmenler, akabinde inlerine girilesi paralelcilere ve yine terörle müsemma kimseler, bakmışsınız bembeyaz barış elçilerine dönüşebilmekte... Suyun ne tarafa akacağı meçhul.
Türkiye genelinde durum bu olsa da Taraklı böyle olamaz. Olmamalı. Soğuk, câmid kurumları savunacağım diye kırk yıllık komşunla bozuşmak mantıklı değil. Hasta olduğunda, ambulanstan; yangın olduğunda, itfaiyeden; kıtlık geldiğinde maliye bakanlığından önce komşun yanında olur.
Kurumlar, adamın düğününde oynamaz, ölümünde hiç yas tutmaz! Gocasuya pirinç salmak, bir fırkaya bel bağlamaktan evlâdır! Çünkü bir de bakmışsınız, suyu getiren de bir, testiyi kıran da...
Devletin, Çanakkale'yi anma, Kurtuluş Savaşını anma, Sarıkamış'ı anma, Hz. Muhammed'in Doğumunu anma kabilinden ihdas ettiği seremoniler, aslında kendinin anılmasını beklediği insani olmayan anıştırmalardır.
Devlet hüzünlenmez, ağlamaz, dua etmez.
İnsana ne oluyor peki, ayağına devlet çivisi batmış bir arkadaşının sızısını hissetmek varken "o çiviyi kendi ayağına sen batırıp hükümeti yıpratmaya yönelik yıkıcı-bölücü-parçalayıcı bir organizasyonun peşine düşmektesin!" diyerek kendini paranoya makinesine dönüştürebiliyor. Bu mevzuu çok su götürür.
Suya gelirsek.
Evet Kültürevi'nin yanı başındaki çeşme akmıyor, otobüs durağının yanındaki çeşme şimdilik akıyor olsa da...
Yukarı mahalledeki yalaklı çeşme ve Merhum Ekrem Doğu amcanın evinin altındaki çeşmede su yok.
Yeni mezarlıkta bir damla su ara ki bulasın, eski mezarlıktaki Hattat Saim Özel'in çeşmesi kurumuş.
Ahi Naci'nin Hıdırlık'taki çeşmesinin aktığını görmek bana nasip olmadı. Bir dönem Hasan Duman'ın evinin arada, Rüştiye Sokağı'nda da bir çeşme vardı, hâlâ durur mu?
Yusuf Bey Camii önündeki çeşme kupkuru, ancak İslam harfleriyle müzeyyen kitabesiyle bir asrı aşmış Hüseyin Ağa'nın yaptırdığı Çınardibindeki çeşme gürül gürül akıyor. Bildiğim kadarıyla Çamçukuru'ndan gelen bu suya ŞAŞKİ burnunu sokamıyor.
Alman çeşmesi ve benim Dut ağacının katledildiği Yunuspaşa Çarşısındaki (Allah'tan bu ağaç, Gezi'den önce kesilmiş de, yazdığımız yazı bizi Gezici taifesinden kılmadı) çeşmeler akıyor.
Hamamönü'ndeki çeşmede ise yine bir kör tapa...
Hacı Ulvi amca da benimle aynı fikirde:
Büyükşehir Hazretleri öyle buyurmuş, öyle oluyor...