Ölülerin Araçsallaştırıldığı Bir Vasatta Hâbil Olmak!
Öldürülenler arac-ı-lığıyla, Müslümanların öteden beri yaşadığı yerlerde pis bir oyun tezgâhlanmakta. Sivil, asker, polis, örgütlü, örgütsüz, gerilla, kontrgerilla, dinci, laik, milliyetçi... bir şeyleri yeniden "tanımlamak" için bu ve benzeri sıfatlardan birileri öldürülüyor, ardından ölenin kim-lik-i üzerinden politik-stratejik bir tanımlamaya gidiliyor. Kişinin kim olduğu ve neye hizmet ettiği, onun öldürülmesinin akabinde mevzi kazandıracak yorumlara (yalanlara) tâbi kılınıyor.
Öldürülenlerin vatan, özgürlük, emniyet, demokrasi, insanlık, din adına öldürüldüğünü kimler, hangi kanallar vasıtasıyla ilan etmektedir? Öldürülenlerin bunlardan haberdar olup olmadıklarını bilmiyoruz. Öldürülenler, ölümlerinin ardından nasıl bir araçsallaştırmaya maruz bırakıldıklarını bilseler ölürler miydi? Yoksa tam da muradına ermişler gibi tekrar tekrar ölümü mü arzu ederlerdi?
Söylenecek her şeyin (söylem), önceden hazırlandığı, fakat konuşmanın başlaması için taze kanlara (eylem) ihtiyacın olduğu bir vasattayız. En meşru(!) yapılanmadan en gayrı meşrusuna kadar kompozisyonun (yapbozun) tamamlanması için beklenen şu: Bir insan veya insan topluluğunun öldürülmesi.
Aramızdan birilerinin öldürülerek ayrılması, bir kopuşun manevi boşluğunu bırakmasından daha ziyade; oluşturulan kompozisyondaki ihtiyaçlara göre, uygun yere uygun ölünün yerleştirilmesi şekliyle, doldurma işlevi görüyor.
Sonrasında ise kabirleri sayan "tekâsür" yarışının (iktidar/güç) aktörleri kendi "vadiler"ine ün-lüyorlar. Kabirlerin başında birilerinin ün-le(n)mesi, ölenlerin artlarında bıraktığı İbrahimî bir nam ile neticelenmiyor. Zira "Sonra gelenler arasında ona (hayırlı ve şerefli bir isim/nam) bıraktık." (Saffât: 108) ayeti: "Hayat-ım, memat-ım hep rabbül'âlemîn olan Allah içindir" (En'am: 162) ayetiyle beraber düşünülmeli.
Devamında ise bir tarafın haklı, diğer tarafın elbette haksız çıkacağı görece bir siyasetin karanlık gölgesinde işler çabuk çabuk görülüyor. Herkesin bir noktada haklı olabileceği ve haksızlığa maruz bırakılabileceği (zalim-mazlum) vasatta, araya birkaç ölü sıkıştırmak diğerlerine karşı bir adım öne çıkmak manasına geliyor.
Tarih, hep böyleydi ve böyle olacak zaten, diyenlere; yani bir sizden bir bizden, bir bizden bir sizden fasit döngüsünün ifsat edici referanslarla servis edilmesinin diyalektik mantığını kuranlara, Âdem'in oğlu Habil'in verdiği mesaj, ölüler üzerinden yapılan politikalara karşı insanın misliyle karşılık verebileceği halde bundan uzak durarak (imtina/ictinap) yani yaşatarak balçığa (merhametten uzak ölü kalplere) her daim bir ruh üflenebileceğini bugün de hatırlatamaz mı?
Çünkü Habil'in ölümü, herhangi bir ideolojiye/hırsa/dünyaya eklemlenme kaygısına mahal verilemeyecek, öldürmek için elini kaldırmayan ve elini kaldıranlara da izafe edilemeyen masum bir ölüm.
"Kasem ederim ki sen beni öldürmek için bana el uzatsan da ben seni öldürmek için sana el uzatacak değilim, ben rabbülâlemîn olan Allah'tan korkarım." (Mâide: 28)
Bakalım bundan sonra kimler hangi boşluğu dolduracak... Her birimiz, böyle bir kemiyetin hece taşlarından olabiliriz. Allah, aynelyakîn'de (kabirde), böyle kemiyetlere karışmaktan bizleri ırak kılsın.
#