Taraklı'ya MEYDAN Okumak
-Taraklı'nın merkezinden misiniz, köyünden mi?
-Köyler mahalle oldu, biz...
-Siz uydudansınız öyleyse!
I.
Şu karşıki dağda kar var duman yok
Benim sevdiceğimde din var iman yok!
-Türkü-
Bir paradoksa işaret değil bu türkünün sözleri. Aldanmak, oyuna gelmek Âdem'le başladı.
"Dün geldi Safî Âdem, dünyaya bastı kadem
İblis aldadı ol dem uçmakta gezer iken" demiş Yûnus.
Kerîm Kitap: “Onlar Allah’ı ve inananları aldatmaya çalışırlar, oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değildirler” demekte.
"Bizi aldatan, bizden değildir" diyor Nebî.
Dinin de imanın da olmadığını bilmek, olanı bilmektir. Dinin olup, imanın olmadığı noktada, bildiğin bir şey yoktur yahut o bildiklerin yok mesabesindedir. Tıpkı türküdeki gibi dinin olup imanın olmadığı durumlarla karşılaştığında, bir şey olup bittikten sonra (aldatılmak) bilmek gerçekleşmekte. Türkünün tamamında işte bu acı/gerçek dile getiriliyor.
II.
Bahar, tabiatın kendine geldiği mevsim. Kışın, içe büzülen ne varsa -insan da buna dahil- baharda dışarı çıkar. Değil toprağın göğsünden fışkıran, ağaçların dallarından sarkan domur domur çiçekler; yarılmış bir taşın çatlağından dahi ince bir dal uzatarak, hayat der.
Taraklı'da, takvime bakmadan, tabiatın seyrinden, renklerinden anlaşılabilir bugün ayın kaçı olduğu. Bunu bilen kimseye müdekkik denmez. Çünkü tabiatın tekâmülünü pencereden bile izleyen biri, doğru cevabı veremeyecek olsa ancak gafil olur.
III.
Her şeyin belli merkezden idare edilmediği bir mekanda, gece rahat uyunur. Zira sabah uyandığında bilirsin, her şey yerli yerince durmakta. Gece bıraktığını gündüz bulursun. Bu, alışkanlıksa, evet zaten şehre gitmemeyi tercih edenlerin zihninde biraz da bu alışkanlığa dokundurtmamak yatmaz mı?
Güzelleştirmek adına da olsa, yerinden yurdundan etmeden önce bir şeyi, istişare edebilmeli medeni insan; çünkü aynı şekilde karşısındaki de bir incelik, hassasiyet, nezaket beklemektedir ondan. Öncelikle de hafızasına...
Bir bahçenin tarumar edilmesi, aslında mekana dair yaşanmışlıklarla dopdolu olan hafızaların anlam-değer dünyalarını allak bullak etmektir.
Mekanın bir tarihi yok mu? Tarihin bir noktası, bazen mekandan oynatılacak bir kilit taşıdır ve o taşın yerinden edilmesi, fay hatlarında küçük kırılmalara belki de depremlere sebep olacaktır.
Mekanın, maşeri bir "vicdan" olarak yaşatıldığı yerlerde, vücud/varlık görmezden gelinmişse say/gı/dan ancak rejim ritüellerinde resmi çelenk soğukluğunda bahsedilebilir. Meydanlar biraz da bunun içindir.
IV.
Değişmek, Allah'ın yarattıkları üzerine yazdığı, her an mevcud bir şey iken; değişime kim, nasıl karşı olabilir?
Mesele, değişimin soru kökünde: Kime göre değişmek, neye benzemek?
Seninle beraber aynı mekanı teneffüs etmemiş, senin hâlinden, felsefenden habersiz bir iktidar mekanizmasının, senin mekanın üzerine ve senin adına daha güzeli görebilmiş olması elbette mümkün. Ya görememişse, telafisi mümkün mü?
Müteahhitlerin, serbest piyasanın mimari vizyonunu her yere kopyalayarak, yerel özellikleri de dikkate alıyorum imajını pek eksik etmeden güzelim bahçeyi betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenlerle kapladıklarında bu durumu düzeltebilmenin bir imkânı var mı?
Belirli bir kültürde tesirli olan kentsel bir tasarımın, başka bir yere aktarılması sorunlara neden olmaz mı? Mesela bizde bugünkü manada meydan telakkisi olduğunu kim söyleyebilir? Osmanlı/Selçuklu cami avluları, modern kent meydanlarına ne kadar benzer?
Toplumsal yaşamının merkezinde cami olan bir milletin: mahalleleri, sokakları, çarşıları, camileri arasında kalan birçok boş alan var; ancak onlar kent yaşamının odak noktası olan ne plaza ne square ne de piazzadır. Olsa olsa Taraklı'daki gibi: Yangınönü, Hamamönü, Çınardibi, Konakönü, Rüştüönü'dür. Yusufbey Mahallesi'ndeki musalla taşının olduğu mekan dahi gelişigüzel bir kamusal alan değildir, klasik İslam mimarisinin mantığına uygun bir konumdadır. Zira bayram musâfahası burada yapılır.
Eğer bu meydan mimarisini belirleyecek bir âbideyse ki Yunuspaşa'dan başka bir âbide yok! Meydanın ona göre dizayn edildiği iddia ediliyorsa -sanırım böyle düşünenler var- böyle sert bir zemin (Yunan agorası gibi), yumuşak bir dokuya sahip cami avlusuna yahut külliyeye ne kadar uygun düşmüştür?
Betonu yumuşatamazsın, harcın yumuşak olması sizi aldatmasın!
V.
Toprağın, ısıyı emen betonla kaplanması ve betonun üzerine döşenecek renkli taşların yaz güneşini etrafa yansıtması, üstüne bir de sıcak su turizminin eklenmesi, meydandaki insan ilişkilerini ne derecede bir hararetle etkileyecektir?
Onarım/ıslah/tamir/termim/restorasyon isteyen köhnemiş, bakımsız bir bahçenin eski haliyle hayata, insana dokunan yönünü bir tarafa bırakıp bahçenin (Şehit Mehmet Nuri Kocabıyık Parkı), Taraklılıların kendilerini yabancı hissedecekleri soğuk gezinti meydanına dönüşmesi, her şeyden önce emniyeti ortadan kaldırabilir.
Çünkü bu meydana ne kadar masa sandalye bıraksanız yine de etrafınızda anlamlı-anlamsız dolaşacak bir sürü belirsiz insan olacak. Oturacak bir sandalye aradığı için değil, dolaşmak için dolaşan, oradan öylesine geçen, geçiş güzergahı edinen bir sürü avare insanın verdiği rahatsızlıkla tahammül edilebilir bir yer olacak mı bu meydan?
Emniyetten kasıt, polis değil; âsâyiş, rahat, huzur, sükûnet arayışı. Gürültü ve görüntüye maruz kalmak endişesi. Meydan, her ikisine de gebe... Öyleyse neden bu işlerde kimsenin reyine önem verilmez? Rey, sadece sandık mı demek kâmusta? Demokrasi, oy mu; oyun mu?
VI.
Meydana yüklenen politik anlam da göz ardı edilemez. Çünkü siyasi iktidarların gözü hep meydanlardadır. Bir yönetim; devamlılığını, otoritesini halka hissettirmek istediğinde, atılacağı alan meydan olacaktır.
Bir ülkede hangi ideoloji hakimse onun sembolleri meydanları anlamlandırır. Halk, bu semboller üzerinden tanımlanarak gücün karşısında ezilir, haddini bilir. Böylece her iktidar, kendi ikonunu saydırır. Diğer taraftan otoritelere isyan hareketleri yine buralardan başlayabilmekte ve idam cezalarının infaz edildiği meydan-ı siyaset denilen sahalara her an dönüşebilmektedir meydanlar.
Ne kadar teknoloji aracılığıyla politik işler artık klasik şekilde gitmese de Taraklı'ya bir meydanın inşa ediliyor olması, bundan sonra eski tip siyaset yapacaklara yeni bir meydan açabilir. Amfiteatr atmosferinde, meydan okumaları seyredebilir, hatta cümbüşe biz de katılıp bir basın açıklaması okuyabiliriz.
İşte o zaman domur domur çiçekler; yarılmış bir beton çatlağından dahi ince bir dal uzatarak, hayat der yine.
#