Trump'a Vefâ Gösteren Taraklı (13)
Geçen akşam Yaşar ağabeyin çay bahçesinde masanın altında yatmış, koca kafalı, şişko, yaşlı, tüyleri parlak, kara bir köpeğe rast geldim. Rottweiler mı desem, gordon setter mı desem, belki de bunların kırması, bilemiyorum. Köpeklerin cinsinden pek anladığım söylenemez.
Kahvehânedekilerin besleyip Trump ismini taktıkları, insanın gözlerine içli içli bakan, yeme içmeden ziyade sanki karşısındakine bir şey söylemek ister gibi ilgi bekleyen bu hayvanın bakışlarına dayanılacak gibi değildi. Ben de durup hayvancağıza bir lâf atayım dedim:
-Elini ver Trump!
Köpek, hemen selam verircesine ön sağ ayağını havaya kaldırdı ve tutmamı istedi.
Şaşırdım!
Arkadaşlar; tasma kaydından, küpe kaydına geçmiş, Adapazarı'ndaki hayvan barınağından kontrolleri yapılarak getirilip bırakılmış bu ve buna benzer köpeklerin, bir zamanlar oldukça ilgili sahiplerinin olduğundan; ancak şehrin insanının çok çabuk geçen pet-shop hevesleri nedeniyle terk edildiklerinden bahsettiler.
(Bu arada ben ve arkadaşlarım, ne Taraklı'da ne de başka bir yerde olan bu sokak köpeklerinden hiçbir zaman rahatsız olmuyoruz.)
Bizim köylüler arasında da aynı vefâsızlığı yapanlar mevcut. Onlar da boğaz masraflarından kurtulmak için artık işe yaramaz gördükleri, senelerce davarı gütmüş, kurtlarla savaşmış sâdık köpeklerini, yaşlılık evrelerinde tasmalarını çözüp kovalıyorlar.
Bazen Taraklı merkeze dişleri kırık, tüyleri dökülmüş, yaşlanmış öyle çoban köpekleri geliyor/bırakılıyor ki yerden yüksekliği neredeyse seksen, seksen beş santimi bulur. Hepsi de asil köpekler. Şimdiye kadar Ömer Seyfettin'in "And" hikâyesindeki kuduz köpek gibi herhangi bir kimseyi ısırmak bir tarafa, hırladıklarına dahi şahit olmadım.
Boyunda tasma izleri, kalın bacak kemikleri, büyük ayakları, kulakları kesilmiş, zamanında canavarların (kurt) baş düşmanı olmuş bu hayvanların vücutlarındaki eski-derin yaralardan, bir dönem insana hizmet nâmına nasıl mücadelelere giriştiklerini görebiliyorsunuz.
Böyle insan cefası çekmekle vazifesini tamamlamış faydalı köpeklere bile bu derecede vefasızlık yapanlardan, insanlara da herhangi bir vefânın gelebileceğine inanmıyorum.
Onları her gördüğümde, hatırıma öğrencilik dönemimde okuyup çok etkilendiğim bir Abbas Sayar romanı, "Yılkı Atı" geliyor. Hasta ve yaşlı atların, fakirlik sebebiyle köylüler tarafından kışın tabiata bırakılması...
Eğer bu atlar, kış boyu açlığa, hastalığa dayanır, bahara kadar dağlarda kurtlara yem olmazlarsa tekrar köye dönebilirler ve boğaz tokluğuna kışa kadar yeniden çalıştırılmaya devam ederler. Kış gelirken yine ölümün acı özgürlüğü...
Ancak şu âyeti, hayvanları da nazarı itibâra alarak düşünemez miydik? "Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızıklandırırız. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır." (İsrâ sûresi, 31. âyet)
Allah, Kur'ân-ı Kerîm'de: "Yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, onlar da sizin gibi birer ümmet olmasınlar" veya "Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah'a ait olmasın" diyor. Nebîyi Muhterem Efendimiz ise: "Bu dilsiz hayvanlar hakkında Allah'tan korkun!" diye îkazda bulunuyor.
Gönlünde Kıtmîr'i olmayan yabancı seyyahların, turistlerin ve dahi câsusların, on binlerce köpeğin ölüme terk edildiği 1910 Hayırsız Ada olayına kadar İstanbul mahallelerinin bir nevi zâbıtası olan köpeklerimize anlam verememesi pek tabiîdir.
Ya dükkânına, hânesine Karınca Duâsı asan bizler... Bu duâ kimin ismiyle hitâm bulmakta?
Evimizden, öğünümüzden arta kalanları, ağır kapaklı demir çöp bidonlarına atmaktansa hemen yanı başımızdaki canlılar için kıyıya köşeye bırakıversek sevâp olmaz mı?
Vefâ, çok mu zor?
"Kur'ân'dan Türkçe'ye, Türkçeden Kur'ân'a Kelimeler" başlıklı yazılarımızın on üçüncüsü olacak anahtar kelime "vefâ"dır.
Sözlükte, "Sözünde durma, verilen sözü yerine getirme; dostluk ve muhabbette sebât etme, sevgide süreklilik, bağlılık ve sadâkat" manalarına gelen vefâ kelimesi, tasavvuf açısından "ezelde, bezm-i elestte Allah'a verilen söze sâdık kalma"yı işaret etmektedir.
Lisanımızda, vefâlı kimseye vefâdar, vefî; yine vefâ gösterene de vefâkâr denmektedir. Kelimenin olumsuzu olan vefâsız ise bîvefâ'dır.
Bakara sûresi 40. âyette, kelime şöyle geçmektedir:
"Yâ benî isrâîlezkurû ni’metiyelletî en’amtu aleykum ve evfû bi ahdî ûfi bi ahdikum ve iyyâye ferhebûne"
(Ey israiloğulları, size lütfettiğim nimetimi hatırlayın ve ahdime vefâ edin ki ahdinize vefâ edeyim, yalnız benden korkun)
Necm sûresi 37. âyette, Hz. İbrahim'in çok vefâlı olduğunu ifade eden veffâ kelimesi geçmektedir.
"...Ve ibrâhîmellezî veffâ"
(Ve çok vefâlı İbrahim'in sâhifelerinde olan şu gerçekler...)
Kelimeler, aşağıdaki şairlerin beyitlerinde şöyle geçmektedir:
Her kim ki arar bûy-ı vefâ tab'-ı beşerde
Benzer ona kim devlet umar zıll-i hümâdan (Ziyâ Paşa)
(Her kim ki beşerin karakterinde vefâ eseri ararsa / o, masal kuşu hümânın gölgesinde mutluluğu arayana benzer)
Şâyed vefâ ede deyü ol yâr-ı pür-cefâ
Sabr eyler idim eylese ömrüm eger vefâ (Şeyhulislâm Hüdâî Efendi)
(Cefâsı çok sevgili, ola ki vefâ eder diye / Ömrüm vefâ edene kadar sabreyler idim)
Kime gönül virdümise benümile yâr olmadı
Hâlüm bilüp derdüm sorup bana vefâdâr olmadı (Yûnus Emre)
Ey bî-vefâ ki âdet olubdur cefâ sana
Billlâh cefâdur olma demek bî-vefâ sana (Fuzûlî)
(Ey vefâsız sevgili, cefâ senin âdetin olmuştur / Vefâsız olma demek billâhi cefâdır sana)
"Bir işi yapma, yerine getirme, iş hâline koyma, icrâ" manalarına gelen îfâkelimesi de vefâ ile aynı kökten gelmektedir.
Kelime Hûd sûresi 85. âyette şöyle geçmektedir:
"Ve yâ kavmi evfûl mikyâle vel mîzâne bil kıstı ve lâ tebhasûn nâse eşyâehum ve lâ ta’sev fîl ardı mufsidîne"
(Ve ey kavmim! Ölçeği de, teraziyi de adâlet ile ifâ edin ve insanların eşyalarını eksiltmeyin ve yeryüzünde müfsidler olarak fesad çıkarmayın)
Kelime, Abdülhak Hâmid Tarhan'ın bir mısraında şöyle geçer:
Hudâ önünde gerek bir vazîfe insâna
Ki bilmeden bunu îfâ eder o bîgâne
"Ölüm, ölme" manasına gelen vefât kelimesi de vefâ ile aynı kök üzeredir. "Ünlü kimselerin ölüm tarihlerini gösteren biyografi eserleri" için kelimenin çoğulu olan vefeyat-nâme kullanılmaktadır.
Kelime, Âl-i İmrân sûresi 193. âyette şöyle geçmektedir:
"Rabbenâ innenâ semi’nâ munâdiyen yunâdî lil îmâni en âminû bi rabbikum fe âmennâ, rabbenâ fagfir lenâ zunûbenâ ve keffir annâ seyyiâtinâ ve teveffenâ meal ebrâri"
(Ey Rabbimiz! Biz, 'Rabbinize imân ediniz' diye imâna çağıran bir nidâ edici işittik, hemen imân ettik, ey Rabbimiz! Artık günahlarımızı bize mağfiret buyur ve bizim kusurlarımızı bizden ört ve bizleri sâlih kullar ile beraber öldür/vefât ettir)
"Rûhu kabzedilmiş, vefât etmiş kimseye" müteveffâ denir. Kelime, Mehmet Âkif'in bir mısraında şöyle geçer:
Saksağanlar gibi sektikçe birinden birine,
Boğuyordum müteveffâyı bütün âferine.
"Tamamıyla alma, tam olarak alınma" manasındaki istîfâ (ayınsız) kelimesi de müşterek kök üzeredir.
Kelime Nef'î'nin bir beytinde şöyle geçer:
Şükûh-ı kudreti alâ-i idrâkât-i insânî
Vücuh-i hikmeti bîrun-i add-i fehm ü istîfâ
(Kudretinin yüceliği, insan idrâkinin üstündedir / Hikmetinin yönleri, sûretleri, tam olarak anlaşılıp tutulabilmenin dışındadır)
"Yeter, kâfi, elverir; sözünde duran, ahdine vefâ eden" manasındaki vâfî kelimesi de aynı kökten türemiştir. Kelime Nâbî'nin bir beytinde şöyle geçer:
Ona olmak semiyy-i fahr-i rusül
Şeref-i meymenette vâfîdir
(Ona, peygamberlerin iftihar ettiğine adaş olmak / Saadet şerefinde kâfidir)
İşte şimdi Taraklı'daki Trump'a olan vefâmıza yeniden dönecek olursak, bunun insana olan vefâmızdan ayrı bir şey olmadığı sonucunu şuradan çıkarmaktayım:
Bana hep ilginç gelmiştir; uzun yıllar şehirlerde yaşayıp Taraklı'ya hiç yolu düşmemiş, hep kazanacağına yoğunlaşmış birtakım Taraklılıların, şehirde her şeyi tüketip çaresiz kaldıkları bir zamanda, sığınılacak bir melce olarak Taraklı'yı tercih etmeleri...
Taraklı, insan içine dahi çıkamayacak bu düşkün insanları, düştükleri bataktan gösterişsiz bir vefâ ile kaldırıp muhabbetin şifalı eliyle tedavi etmiştir.
Mevzu bahis vefâ olunca sevgi, insanla hayvan arasındaki farkı da burada böylece ortadan kaldırmıştır.
Bu satırları yazarken, gerek şehirlerden, gerekse köylerden gelen köpeklerden hiç rahatsızlık duymadığımı bir kez daha tekrarlamak istiyorum. Çünkü rahatsızlığın esâsında bizim zihin dünyamızdan sâdır olduğuna inanmaktadır.
Bazen insanî özellikleri hayvanlara sıfat kılarız: sâdık köpek, vefâkâr at, nankör kedi, kurnaz tilki... Bazen de hayvanların özelliklerini insan için eğretileriz (istiâre): o yılanın sözlerine güvenilmez, o çakalla oturulmaz, maymun iştahlı, bukalemun tabiatlı gibi... Fakat her iki şekilde de teşhisiyle, teşbihiyle, intak, fabl ve alegorisiyle burada iyi ve kötü olan biziz, yani insan.
Eşref-i mahlûkat (yaratılmışların en şereflisi) ve belhum adal (hayvandan daha sapkın) olan ve Hz. Ali'nin: "Ey insan sûretindeki insan bozuntuları" dediği hayvân-ı nâtık...
Kulluk vazifesini îfâ etmek üzere dünyaya gönderilmiş olan insan, önce kendisine tanınan ömre vefâ göstermeli. O ömür ki kaynağında, bir söze olan vefâkârlık saklıdır.
Her insan tekine bağışlanmış pek kısa olan ömür, ancak başkalarının ömrüne vefâ eylemekle, yani dostluk ve muhabbetle bereketlenebilir. Sadece insana mı? .. Hayvânat, nebâtat, cemâdatla birlikte bütün mahlûkâta...
İki hayatımızı (dünya ve âhiret) birbirine bağlayan, vazîfemizin bir yerden başka bir yere aktarılmasını îfâ ettiren hakikat vefâttır. Tabutta yatan müteveffa, rûhunu teslîm ederek buradaki vazîfesini iyi kötü îfâ etmiştir.
Dünya hayatımız, yapıp-yapmadıklarımızla bir şekilde tükeniyor. Neyimiz varsa onu âhiret hayatında büsbütün vefâ kantarına boşaltacağız.
Vefâtımıza kadar neyi îfâ ettiysek ona uygun bir sıfatla ya vefâdar yâhut bîvefâ olarak tesmiye edileceğiz.
#