Bir Başkan Bir Gazeteci
Bir ilçede ilk çalışma deneyimimiz deprem sonu Geyve'de olmuştu.
Aradan yıllar geçmesine rağmen hala oradaki dostlukları anlatır dururum.
Neredeyse herkesin birbirini tanıdığı,
İnsanlara ulaşmanın kolay olduğu yerlerdir ilçeler.
***
İnternet haberlerinde sayfaları gezerken tesadüfen,
Akyazı belediye başkanı ile gazetecilerin restleştiği haberlerini okudum.
Sıradan insanlar olmamaları yüzünden dikkatimi çekti.
Olay nedir bilmem.Sayın Başkanı da tanımam.
Gazetecileri de tanımam.
Restleşme sonunda iş mahkemelik olmuş.
İş yasal platforma taşınmış.
Yasal hak aramaya veya aklanmaya asla itirazım olamaz.
Çünkü bir haksızlığa uğradığımızda bizi koruyacak tek merci mahkemelerdir.
***
Geleneklerimizin taze kalabildiği yerlerdir ufak ilçeler.
İnsanlar da birbirinin neredeyse yedi sülalesini bilir.
Yani bir kişi tarafından haksızlığa uğradığınızı hissettiğinizde,
O kişiye, o gün içinde bile ulaşıp,
Medeni çerçevede "sebep" sorabilirsiniz.
İş bu kadar kolayken,
Bir siyasi ile bir basın mensubunun gerginliği beni üzdü.
Çünkü iki taraf da örnek teşkil edecek konumdalar.
Muhtemelen aralarında diyalog eksikliği olmuş.
Keşke sayın başkan o gazetecinin gözlerinin içine bakarak,
Eliyle de omzunu tutup,
"Bir şeyler yazmışsın, bir de bana anlat bakalım kardeş" deseydi,
Mahkemeye verildiği söylenen gazeteciler de,
Keşke,
"Konuşma CD lerini" falan ortaya koyarak bir savunmaya girmese,
Basın yoluyla değil bizzat başkanla görüşmeyi tercih etseler
Bu diyalogların bitiminde,
Belki de birlikte oturup çay kahve içiyor bile olabilirlerdi.
Aynı hareketleri örneğin İstanbul'da yapamazsınız.
Orada kişilerin birbirini tanımaları, bilmeleri çok zordur.
Ufak ölçekli yerlerde,
İnsanlar, düğünde, cenazede, cemiyetlerde
Mutlaka bir araya gelirler, yüz yüze bakarlar.
Hatta biraz derine insen akrabalık bağları bile bulursun.
***
İnternette, bir ilçede, Gazeteci Başkan gerginliğini görünce,
Tarafsız bir gözlükle olaya bakarak,
Toplumumuzda
İnsanlar arasındaki gerginliklerin olmaması adına,
Mevcuttan başka yollar da olmalı diye düşündüm.
Kafamda, diyalog noksanlıklarımızı irdelemeye çalıştım.
Teknoloji, medeniyet, eğitim altın çağına yolculuktayken
İnsanların tahammül kapasiteleri mi azalıyor diye geldi aklıma.
Soruları çoğaltmak mümkün.
Ama bazılarının cevaplarını bulmak zor.
İşte o ruh hali içinde,
Biraz fikir jimnastiği, beyin fırtınası yapıp
İçimden geçenleri, burada köşemde paylaşmak istedim.
Yoksa kimseye akıl öğretecek değiliz, haddimiz de değil.
Hep iyi şeyler olsun memleketimde...
İnsanların yüzlerindeki ifade hep tebessüm olsun.
Başka gayem de olamaz.
Hani "insanlar konuşa konuşa..." denir ya.
Hani bir de "neyi bilirsin? " diye sorunca
"Haddimi" demiş ya.
Biz de haddimizi biliriz hamdolsun.