En Sadık Dostlarımız Atlar (Hasan Arvasi'den)
Çok küçük yaşlarda başlar benim at sevgim. Tüm hayatım boyunca Atlar benim gözümde çok büyük saygı ve değere sahiptir. Zaman zaman basında yâda yolda ayağı kırılmış, yerde yatan ve acı çeken bir at görsem yüreğim bin parça olur mutlaka gözlerim nemlenir ve onun çektiği acıyı yüreğimde hissederim. Bilirim ki bu soylu hayvanlar binlerce yıldır biz insanoğluna karşılıksız olarak sevgilerin ve dostlukların en güzel örneklerini vermişler zaman zamanda sahiplerinin hayatlarını kurtarma adına kendi hayatlarını nasıl feda ettiklerini çeşitli rivayetler ve hikâyelerden duymuşuzdur. Biz insanların ise o asil hayvanların sevgisine karşılık ne kadar vefakâr olduğumuz ise şüphelidir. Çocukluğum her aklıma geldiğinde Rahmetli dedemden dayıma miras kalan beş tane at hiç aklımdan çıkmaz. O zamanlarda Traktör yok, ulaşım ve taşımacılık ya atla ya eşekle ya da öküz arabaları ile yapılır. Köylerde her ailenin mutlaka bir veya iki çift öküzü olur mutlaka da iki tane atı olur. Rahmetli dedemin de atlara karşı çok büyük bir sevgi ve muhabbeti vardı. Onlara gösterdiği özeni hiçbir şeye göstermezdi. Dayılarımda bir o kadar. Hatta Annemin en küçük kardeşi olan dayımı da bir at tepmesi sonucu beyin kanamasından kaybetmiştik. Rahmetli dedem bu beş atın iki tanesini daima arabaya koşardı. İki tanesi ise binmek için yürüyüşlü rahvan attı. Birde tay vardı. Yaz tatillerinde atlara eyersiz ve dizginsiz o çocuk halimizde doludizgin biner adeta cambazlık gösterileri yapardık. Hele ki rüzgâra karşı giderken yaşadığım tarifi imkânsız duyguyu anlatabilmek istesem de kelimelerle ifade edilmez. Bu atların anne ve babalarının kayserinin uzun yayla taraflarında özel olarak yetiştirilen Çerkez atlarından üretildiği söylenir. İnegöl Mezit Boğazında sağlı sollu olarak kurulan köylerin hemen hemen hepsi iki üç köy hariç Kafkasya’nın Bugünün Bağımsız ABHAZYA Cumhuriyetinin DAL-TZABAL bölgesinden o Kafkas halklarını dünyanın dört bir yanına yaprak gibi savuran doksan üç harbi senelerinde gelmişler. Tabiî ki gelirken gemilere insanlar adeta saman yığını gibi dolduruldukları için hiçbir aile sahip olduğu atlarını getirememiş. Hatta Rus askerleri ile atlarının üzerinde son ana kadar çarpışa çarpışa Karadeniz kıyısına kadar gelip esir olarak yaşamaktansa ölmeyi tercih ederek o asil ve sadık dostları atları ile birlikte Karadeniz’in karanlık sularında kaybolup gitmişlerdir. Ama bizim yüreklerimizde hiçbir zaman kaybolmamış her yirmi bir mayısta Karadeniz kıyılarında ağıtlara karışarak hatıralarımızda yâd edilmişler ve yâd edileceklerdir. İşte böyle başı açık ayak çıplak aç ve yorgun binlerce yıllık yurtlarından sürgün edilerek Osmanlıya sığınan dedelerim bugünkü ismi Osmaniye olan o zamanki ismi Hora köy ya da Kanlı konak köyünü kurarak yeni bir hayata başlamışlar çevrelerinde bulunan Yörük ve Balkan Muhaciri köylerde bol miktarda eşeğin tarım hayatında kullanılmasına karşın hiçbir surette eşek kullanmamışlardır. Bizim kültürümüzde attan inip eşeğe bindi lafı yüzünden eşeğin hiçbir zaman yeri olmamıştır. Daha sonraları durumu düzelen her aile iki veya daha fazla ata sahip olmayı başarabilmiş, taki yeni teknoloji araçlar çıkana kadar atlar önemini hep muhafaza etmişlerdir. Rahmetli dayımda o yıllarda yeni yeni yayılan Traktör modasına uyup bir traktör aldıktan sonra atların üç tanesini hemen sattı. Bir kaç ay sonra tayı da elden çıkarttı. En son bir salı günü seher isimli atı ile birlikte dayım Bozüyük’e pazara geldi. Evde ocak başında oturduk sabah kahvaltısını yaptık. Dayım seheri pazara satmaya getirmişti. Dayıma ne olur dayı seheri satma diye çocukça yalvarsam da annemin önlüğümü giydirip beni okula yollamasına mani olamadım. Aklımda hep seher vardı. o kadar üzülüyordum ki o gün yerde mi gezdim gökte mi bilemiyordum. Rahmetli öğretmenim Mustafa MERİÇ Allah nur içinde yatırsın oğlum ne o hasta mısın hastaysan seni eve yollayayım dediyse de hiçbir şey söylemedim. Ve akşam eve geldim. Seherin koşum takımları bahçede idi ama seher yoktu. Dayımın onu Söğüt’ün Dömez köyüne sattığını öğrendim. Hiç olmazsa seherin yadigârı eyer ve dizginleri evdeydi. Ben de anneme ağlayarak seheri para biriktirip seheri geri satın alacağımı söyledim Aradan yıllar geçti ben ortaokul son sınıfta okuyorum. Okulumuz Bozüyük’te tekke mahalle söğüt yolu üzerinde. Bir gün okul çıkışı yukarıdan açıktan devamlı akan suyun kenarında dalgın dalgın yürürken kulağımın arkasında bir nefes ve sıcaklık hissettim. Ürpererek arkama döndüm aman Allah’ım oda ne üzerinde üzüm yüklü kasalar boynunda sallanan zinciri ile seherle yüz yüze geldim. Bir sürü oynayan koşan kavga eden çığlık atan çocuğun arasında beni tanımıştı ve benim yanıma gelmişti. Zincirinden tuttum etrafıma bakındım kimse sahip çıkmıyor. Sonradan öğrendim meğersem sahibi geç oldu diye ikindi namazını tekke mahalle camiinde kılarken dışarıya bağlamış mübarek atta beni görünce zincirini boşandırıp benim peşimden gelmiş. Aldım doğru eve getirdim. Koyunlarımızın samanından torbaya doldurdum bir iki avuçta arpa verdim seherimin karnını doyurdum. Rahmetli Babam hemen atın sahibini aramaya gitti. Zaten Bozüyük ufak yer hemen buldu adamı getirdi. Adam çok teşekkür etti. Biraz üzüm doldurdu sepete. Ama benim gözlerim gene yaşlı. Seherden ayrılmak gene o çocuk yüreğimde fırtınalar kopartıyor. Ya amca ne olur dedim sehere bir kez bineyim. Sağ olsun beni kırmadı indirdiğimiz kasaları yüklemeden bindim sehere rampa yukarı Hüyük tepesine doğru öyle bir çıktım ki seherle beş dakikada fırtına gibi. Höyüğün tepesinde bulunan mağaraların tepesinden içimdeki tüm isyanları haykırırcasına Bozüyük’e tepeden baktım. Sehere at oynatma ıslığı çaldım. Kendim yorulana kadar dejuğ söyledim. Ağladım, bağırdım, çağırdım. Yarım saat kadar sonra aşağıya evin yanına indim. ve ağladığımı belli etmeden seherimi öpüp koklayıp okşayıp sahibine verdim. Seher ayrılmak istemezcesine Hacı İbrahim sokağının başından giderken son bir kez geriye baktı ve benim onu bu son görüşümdü. Hep zaman ve zeminin oluşmasını bekledim yıllardır. Şimdilerde bir at alacağım dostlar en az seher kadar güzel, seher kadar alımlı, seher kadar asil. Adını mutlaka seher koyacağım seher vakitlerinde mızıkamla ona dejuğlar çalıp söyleyeceğim. Üzerime yamçımı giyip başımda kalpağım belimde kamam ve tabancam eyerimde tüfengim düğünlere amharalara gideceğim. Her yirmi bir mayısta Karadeniz kıyılarına gidip geçmişte yitirdiklerimiz ve hiçbir zaman geri gelmeyecek olanlarımız için ağıtlar yakıp seherimin eyerine başımı dayayarak yıldızları seyredeceğim. Geçmiş günlerde kalan o hatıraları ölene kadar dimağımda taptaze ve canlı tutacağım. Hepinize selam ve saygılarımla sağlık ve mutluluklar diler Allaha emanet olunuz
31.10.2007
(ABİGBA) Hasan