Oyun ve Oyuncak
Değerli okuyucularım,
Çocukların en tabiî oldukları dönem, üç, dört, beş yaşları arasıdır. İçi dışı bir olduğu dönemler. Yani alacasız dönem… Bu dönem bütün çocuklar oyuncakları çok sever, severler ama hiçbiri oyuncaklarının oyuncağı olmaz. Beğendiği oyuncağı alır, oynar ve sonra onu bir köşeye atar. Bazılarınıda kırar. Sonra da ilgilenmez, toplayıp ta biriktirmez. Çünkü onun için oyuncak bir eğlence aracından başka bir şey değildir. Ne kadar güzel bir davranış değil mi? İşte o dönemi hayata taşıyabilseydik. Evet değerli dostlar, dünya da bir oyuncak ve eğlence alanı değil mi? aslında. Her yaşın kendine özgü oyuncakları yok mu? İşte dünya böyle, İnsanı eğlendirir, oyalar aynı zamanda. Bazı insanlar vardır ki, oyuncakları esir alırken, bazılarını da oyuncakları esir alır. Kimileri oyuncaklarını oynatırken, kimilerini de oyuncakları oynatır. Aman ha! Oyuncakların oyuncağı olmayalım. Oyuncaklarla yatıp, oyuncaklarla kalkmayalım. Eğer hayatımızın her anı oyuncaklarla oynamak olmuşsa, onlarla yatıyor, onlarla kalkıyorsanız, oyuncakların oyuncağı olmuşsunuz demektir. Sen oyuncakları eskiteceğin yerde, oyuncakların seni eskitmeye başlar. Kimleri eskitmedi ki, o oyuncaklar. Dünya da aslında bir oyuncak değil mi? Şu yalan denilen dünyanın yalan olduğunu gerçekten bir anlasak. Ne mi öğrenirdik? Önce kavga etmemeği, sonra paylaşmayı, tanışmayı ve bütünleşmeyi öğrenirdik. Dili olmayan şu yalan dünya bir dile gelse de bir konuşsa. İnsanoğlu için acaba neler söyler di? Neler anlatırdı? Bizim nankörlüğümüze karşı tavır koymayan, hep veren olmuştur. Bizler yakıp yıksak ta, asıp kessek de, o hiç mi, hiç aldırmadan vazifesine devam ediyor. Bizim yaptıklarımıza karşı cephe almadan, cömertçe hep veriyor veriyor. Ah şu toprağımızın kıymetini, şu ağaçlarımızın değerini kısacası şu üzerinde yaşadığımız "gezegen'i"bir anlaya bilseydik… Bize en iyi nimetlerini hiç yorulmadan bıkmadan usanmadan sunmaya çalışan şu yalan dünyayı bir anlayabilseydik. Az mı çekti insanlardan. Yakmak, yıkmak, vurmak kırmak, kirletmek, başka ne yapmışız ki. Sanki zarar vermek için gelmişiz dünyaya. Yine bir kez daha diyorum. İyi ki varsın ölüm, yoksa biter miydi bu dünyada zulüm… Hiç ders almamışız yaşananlardan, yaşadıklarımızdan. Okutulan tarih kitaplarından, tarihten, tarihçilerden, atalarımızdan ve dedelerimizden hiç mi hiç ders almamışız. Çocuklarda kavga eder bazen ama çabuk barışırlar. Hiçbir kavga kolay kolay ölümle sonuçlanmaz kazalar hariç. Post kavgası bir yanda, tost kavgası bir yanda, hiç bitmedi ki bu dünyada, biteceğe de benzemiyor. Ölenler mi şanslı, kalanlar mı acaba? Bunu da pek anlayabilmiş değilim…
Evet değerli dostlarım, işte böyle bu fani dünya. Yapılan hesaplara göre dünya yaratılalı bazılarına göre 5 milyar yıl olmuş, bazıları da 15 milyar diyor. Önemli olan geçen zaman değil, yok olan toprak olan insan. Şu an yapılan hesaplara göre 100 milyar insan toprak altındaymış. Hepside hesap gününü bekliyor. Şu an doğumları durdursanız bir asır sonra dünya bom boş kalacak. Bir asırda 6–7 milyar insanın toprak olması, yedirip içirip beslediği canlıları tekrar içine alması basit bir olay mıdır sizce. Tabiî ki bunları düşünürsek anlarız. Birçoğumuz birçok olaydan hem habersiz hem de duyarsız yaşamaktadır. Hiç birimiz dünyaya isteyerek gelmedik ki, isteyerek gidelim. Vakit nakittir değerli dostlar, bu köprüden bir defa geçme şansı verilmiş bizlere, bir defa hak tanınmış. Bize bahşedilen bu gelip geçici zamanı iyi değerlendirelim. Dünyanın bir oyun ve oyalanma alanı olduğunu unutmayalım. Geçmiş kadar uzak, gelecek kadar yakın yoktur.
Gün geldi gün geçti, yok olan zaman mıdır? Yoksa zaman içinde kaybolan insan mıdır?
Hepinize saygı ve sevgilerimi sunar hoşça kalın diyorum…