Geri

Direnişçilerin Öz’ü Hürriyetin Köz’ü (35)

Mustafa Özbilge'nin yeni yazısı yayında.
Mustafa Özbilge Mustafa Özbilge
Yayın: Güncelleme:

Taraklı belediye garajında geceleri esir almaca oynardık. Adı, gruplu yakalamacaydı aslında. Kalabalık olduğumuzdan, on-on beşer kişilik iki gruba ayrılırdık. Birinci grup ebeyse yüzünü kamyonların yük tarttıkları kantarın duvarına döner, saymaya başlardı. İkinci grup da saklambaçta olduğu gibi bahçelere, sanayideki dükkânlara, kapısı açık arabalara, kamyon kasalarına saklanırdı.

Birinci grup, önce kaçakların yerini tespit eder sonra peşlerine düşerek yakalamaya çalışırdı. Tutuklananlar kantarın üzere getirilirdi. Kantar, bir nevi hapishanemizdi. Yakalananlara bazen sert müdahalede bulunmak âdettendi. Oyun içinde kimse buna itiraz edemezdi. Belki bu türlü muameleler oyunu gerçeğe daha çok yaklaştırıyordu.

Yakalanan oyuncu, kantardan doğal olarak dışarı çıkamazdı, ta ki bir arkadaşı yakalanmayı göze alarak nöbetçileri atlatıp esir alınmış arkadaşına dokununcaya dek... İşte o zaman bu dokunuş, özgürlük beratı gibi kaçabilmeyi sağlardı. Bütün saklananlar yakalanıp kantara getirildiğindeyse roller değişerek oyun yeniden başlardı.

Bir esir arkadaşımızı, yakalanmak pahasına kurtarmak ya da elimize biri tarafından dokunulduğunda hürriyete kavuşmak harika bir duyguydu. Genelde tek kişi kantara nöbetçi dikildiğinden; kaçaklar, birkaç kişiyle sağlı sollu kantara baskın yapabilirse arkadaşlarını kurtarabilirlerdi.

Yorucu, stratejik bir oyun…

Rahmetli Kerem Kara abi, o zamanlar babasının lastik dükkânını işletmeye başladığı ilk gençlik çağlarındaydı. Belediye kantarına geceleri bazen o bakardı. Taraklı’dan neredeyse her gün elma ayva sarılı kamyonlar kalkardı. Kantarda mahpuslar bekleşirken kamyon, kantara yanaştı mı esirler, kamyonun etrafına dağılır, fırsat bu fırsat, hemen arkadaşlarının gelip kendilerini kurtarmasını kollarlardı. Zavallı nöbetçinin zapt etmekte zorlandığı esirler hiç rahat durmaz, bir şekilde nöbetçiyi atlatacak manevralar denerlerdi.

Biz çocuklar için belediyenin bu kantarı zaten şaibeliydi. Yani hem içerdeki bu hurda mekanizmanın bozuk olduğunu bildiğimizden (kırık camından girip kantarın ayarıyla oynayan bizzat arkadaşlarımızdı) hem de tartı esnasında ayaklarımızla demir zemine müdahale ettiğimizden büyüklerin kantara nasıl güvendiklerine şaşardık.

Yakalananlar, kamyon bir an evvel gitmesin de arkadaşlar bizi kurtarsın diye tartıya yanaşan kamyonun etrafında dolaşarak kantarın topuzunu sürekli kaçırırlardı. Kerem abi hepimizi severdi. Gençler ayıp oluyor, kantar dengeye gelmiyor, dese de o içeri girer girmez esirler tekrar kantarın üstünde zıplayarak kamyoncuyu biraz daha eğlemenin ve böylece kurtuluş için zaman kazanmanın yoluna bakarlardı. Neticede sabrı tükenen kamyoncunun küfürleri, koşturması ve nihayet oyuna dâhil olması derken ortalık toz dumana karışırdı.

Yine de biz bilirdik. O kantara güvenilmezdi. İnsanlar nasıl inanıyorlardı?

Birleşmiş Milletler, İslam İşbirliği Teşkilatı, Arap Birliği bilcümle uluslararası kuruluş ve devletin Gazze’deki soykırıma karşı bizim belediye kantarı kadar bile güvenilirliği yok. Hepsi de çeşitli şirketlerin, onların arkasındaki güç ve lobilerin saptırmasıyla iş görüyor. Müslümanların devletleri de en üst perdeden kınamayı bir söylem olarak iç politikalarının aracına dönüştürürken İsrail’le ticari ilişkilerini yine en üst perdeden devam ettiriyorlar. İsrail bölgeye girdiğinden beri katliamların ardı arkası kesilmedi. Arabulucu devletler her defasında meseleyi daha da problemli hale getirecek bir çözümsüzlüğü buldular. Samimiyet, hak ile batılın farkını bu tür mahfillerdeki söylemde değil, eylemde görmek ister.

Dostum şair Muhammed Yaşar, çeşitli haber sitelerine tercümeler yapıyor. Bazen Türkçesinin nasıl olduğunu görmem için bu haber tercümelerini bana da yolluyor.

Geçen gece, Gazze Savaşı’ndaki son esir takası sürecindeki ahlakilik üzerine bir yazı gönderdi bana. Leyla Amaşa tarafından kaleme alınmış. Haber metni şöyle başlıyor:

“Nasıl ki savaşların akıllarda silinmez görüntüleri varsa, ateşkesin de öyle akıldan silinmeyen görüntüleri vardır. Özgürlüğe kavuşan esirlerin evlerine ve ailelerine kavuştukları sahneler yürekleri gururla doldursa da esaret yıllarında başlarına gelenlerin etkisi kalpleri kanatıyor. Bu etkiler ister fiziksel ister psikolojik olsun, düşmanın vahşetini ve onun herhangi bir insan hakkına ve herhangi bir ahlaki sisteme karşı saygısızlığını gösteriyor.”

“Öte yandan direnişin elinde tuttuğu siyonist esirlerin görüntüleri ve sahneleri izleyiciyi uzun süre durduruyor. Burada örneğin 7 Ekim’den bu yana Filistin direnişinin elinde bulunan siyonist tutsakların fiziksel ve psikolojik olarak sağlıklı görünmelerine şaşırmıyoruz. Mesela herhangi bir işkence izinin görülmediği aşikâr: Onların siyonist varlığının, tüm standartlara göre makul sınırları aşan katliamlarına rağmen direniş, tutsaklarına işkence yapmıyor, onları herhangi bir saldırıya maruz bırakmıyor. Aksine kendilerini esir eden tarafa, sanki gerçek bir misafirmiş gibi bakışlarıyla veda edecek kadar rahat ve güvende olmaları dikkat çekici.”

Bu çeşit haberlerin ayrıntılarını ve videolarını pek çok yerde görüyoruz. İsrailli esir anne Danielle Aloni’nin Kassam Tugayları’na yazdığı teşekkür mektubunda şöyle ifadeler geçiyor: “Tüm kalbimle kızım Emilia’ya gösterdiğiniz olağanüstü insaniyet için teşekkür ediyorum (…) Kızım kendini Gazze’nin kraliçesi olarak gördü.”

Karşılarındaki muazzam düşman gücüne karşı teknik olarak zayıf olanlar, zayıf taraflarını kapatmak ve mevzi edinmek için esir aldıklarına her şeyi yapabilir. Onları canlı kalkan olarak kullanabilir. Fakat direnişçilerin esirlere muameleleri bizzat esirler tarafından şükranla karşılanıyorsa burada özgür bırakanların yani direnişçilerin öz’üne bakmamız gerekir. Çünkü bu insanlık için bir derstir.

Bu savaşta direnişçiler, insanın öz’ü-ne dair bir noktaya dokunuyorlar. Özgürlüğü, öz’ün gürleşmesi, kuvvetlenmesi olarak kök anlamıyla düşünürsek insanın esası hakkında bir yoğunlaşma var burada. İnsan, öz’ü göz ardı edilerek anlaşılması imkânsız bir varlıktır. Öz, asla dair, gerçeklik konusunda bir şeyler söyleyecektir bize. Bu bir kez işitilerek yahut okunarak anlaşılabilecek bir şey midir, yoksa öze dair, onun kendini açabilmesi için özün yakınlaşması mı gerekmektedir?

Özü gürleştirip bir nevi kaynağından dışarı sürekli eylemlerle fışkırtarak daha iyi tanıyabiliriz. Öze mutabık eylemler/ameller/fiiller özü dile getirecektir. Kendisi kendisini eylemsel süreçlerde tefsir edecektir. Bu sebepten yıllarca İsrail zindanlarında, işkenceler altındaki esirlerin kurtuluşu için, açık hava hapishanesi olan Gazze’nin kurtuluşu için gasp edilen topraklar için verilen direniş, özü açığa çıkarmaktadır. Yine esir alınan İsraillilere gösterilen hüsnü muamelenin insanlığa gösterdiği hep öz’ün güçlü bir şekilde tezahürü olan özgürlüktür.

Direnişçiler özlerinin kiminle irtibatlı olduğunun şuurundadır. İrtibat kelimesinin kökeninde bağlamak vardır. Öz’e dair bir bağlılık, ilgi arttıkça öz; gürleşiyor. Öz’le bağlantı (merbutiyet) kopunca kişinin özü yok olmuyor ama kayboluyor, örtülüyor. Öz’ümüz hakkında bilincimiz zayıflıyor. Eylemlerimiz artık özümüze matuf değil, nefsimize/bedenimize yöneliyor. Meyillerimiz, özümüzle kuracağımız ilişkiyi yansıtmayınca özden uzak yönelimlerimizin tutsağı oluyoruz.

Yûnus Emre şöyle diyor:

Bu ile garip geldim ben bu ilden bezerim
Bu tutsaklık tuzağın demi geldi üzerim
(kırarım)

Yûnus’u, bulunduğu ilde garip kılan, özüdür. Bulunduğu yeri kendine ait hissetmez. Dünyaya bağlanmak öz’le olan bağlantıya halel getirir. Bu da özgürlüğü kaybedip tutsak düşmeye sebep olur. O zaman bu tuzağın/zincirin kırılma zamanı geldi diyor. Fakat nasıl? Öz’e dönerek…

Türkçede kullandığımız serbest kelimesi de irtibatla/bağla ilişkilidir. “Ser”, baş demek; “best”, bağlamak. Öz’de olduğu gibi baş’la da bir bağlantı söz konusu. Burada insanın baş-langıcı, mebdei, kaynağıyla irtibat kurmanın esası vardır. Serbest olmak bir esasa bağlanmaktır yoksa başıboşluk, âvârelik değildir. Yerin, yurdun olmasıdır.

Buradaki yer ve yurt öz’dür. İstiklal Harbi’nde verilen mücâhede yer ve yurt içindir. O yer ve yurt bir toprak parçası değil özgürlük yani istiklaldir. İnsanlar bazen topraklarını bırakmak mecburiyetinde kalabilir fakat özgürlüğü, yeri/yurdu bırakamazlar. İstiklalde az’a (kıllet) olan bağlılıkla (itikat) edinilen bir bağımsızlık vardır. İstiklal, kendisini bağlayan çoğunluğun/gücün bağından, az görünen ama hak-lı olanla bir bağımsızlaşma eylemidir.

Bütün bu kavramlarla beraber yazımızın asıl konusunu oluşturacak hürriyet kelimesine de kısaca göz atalım. Hürriyetle yazı yazma manasındaki tahrir kelimesi aynı kök üzeredir. Yazar için muharrir kelimesini kullanırız. Yazar (muharrir), zihinde tutulan fikirleri, duyguları yazarak (tahrir) hür bırakan kişidir. Yazmak başka bir açıdan düşünülürse bir şeyi kaydetmek yani bağlamaktır. Tıpkı serbest kelimesindeki bağlamak gibi tahrirde de hem azât etme hem de bağlama manası vardır.

Türkçeden Kur’ân’a Kur’ân’dan Türkçeye kelimeler isimli 35. çalışmamızda harra kökünden gelen hürriyet kavramı üzerinde duracağız.

Misalli Büyük Türkçe Sözlük’teki tanımlarla önce hür kelimesine bakalım: “Yasal hakları ve toplum kuralları sınırları içinde, hiçbir baskı altında bulunmadan istediği gibi davranma hakkına sâhip olan (kimse); kendi kendine hareket etme, karar verme ve davranma gücü olan (kimse); herhangi bir şeyle kayıtlı ve bağlı olmayan, serbest, özgür; yabancı bir gücün boyunduruğu ve baskısı altında olmayan, bağımsız, özgür; esir olmayan, esâret altında bulunmayan (kimse); bir kimsenin malı, kölesi olmayan, para ile alınıp satılamayan (kimse); mâsivânın, başkalarının ve nefsinin kulu, kölesi olmayan kimse” manalarına gelir. Hürre ise “Esir veya câriye olmayan hür kadın”dır.

Hür kelimesi Bakara Sûresi 178. ayette şöyle geçer:

Yâ eyyuhe-llezîne âmenû kutibe ‘aleykumu-lkisâsu fi-lkatle-l hurru bilhurri vel’abdu bil’abdi velunsâ bilunsâ femen ‘ufiye lehu min ehîhi şey-un fettibâ’un bilma’rûfi veedâun ileyhi bi-ihsânin zâlike tahfîfun min rabbikum verahmetun femeni-’tedâ ba’de zâlike felehu ‘azâbun elîmun.”

(Ey İnananlar! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı: Hür ile hür insan, köle ile köle ve kadın ile kadın. Öldüren, ölenin kardeşi tarafından bağışlanmışsa, kendisine örfe uymak ve bağışlayana güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbiniz'den bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem verici azab vardır).


Kelime Mehmet Âkif Ersoy’un İstiklal Marşı’nda şöyle geçer:

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım!


Hürriyet kelimesi de aynı kök üzeredir. “Hür olma durumu, köle ve esir olmama, yasa ve toplum kuralları dışında kendinden üstün bir kuvvetin boyunduruğu altında bulunmama hâli; herhangi bir şeyle kayıtlı ve bağlı olmama, bir baskı altında tutulmama, serbestlik, serbestî; 1908 II. Meşrûtiyet hareketine verilen isim; mâsivânın, başkalarının ve nefsinin kulu, kölesi olmama.”

Hürriyet kelimesi Namık Kemal’in Hürriyet Kasidesi’nde şöyle geçer:

Ne efsunkâr imişsin âh ey didâr-ı hürriyet
Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretden

(Âh ne büyüleyiciymişsin ey hürriyetin yüzü; aşkının esiri olduk, gerçi esaretten kurtulduk).


Tahrir kelimesi de aynı kök üzeredir. “Köle ve câriye âzat etme” manalarına gelen kelime Nisa Sûresi 92. ayette şöyle geçer:

“Vemâ kâne limu/minin en yaktule mu/minen illâ hata-âen vemen katele mu/minen hataen fetehrîru rakabetin mu/minetin vediyetun musellemetun ilâ ehlihi…”

(Yanlışlıkla olması dışında bir müminin bir mümini öldürmeye hakkı olamaz. Yanlışlıkla bir mümini öldüren kimsenin, mümin bir köle azat etmesi ve ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gereklidir).


Tahrir kelimesi, Elmalılı Hamdi Yazırın Hak Dini Kur’ân Dili isimli eserinde şöyle geçer:

“Demek oluyor ki, tahrir-i rakabe (köle azât etmek) mü'mine, ifna olunan (yok edilen) hayat yerine kaim olabilecek (yerine geçebilecek) bir nevi' ihya (diriltme) olduğu gibi sıyam (oruç) da bir tahrir mesabesindedir (değerindedir).


Tahrir kelimesinin başka manaları da vardır: “Yazı yazma, kitâbet; kitap yazma, bir eser kaleme alma; kaydetme, deftere geçirme; kompozisyon; boya veya altınla işlenen süsleme motiflerinin etrâfına sınırlarını belli edecek şekilde daha koyu bir renkte ince olarak çekilen çizgi; gözün renkli kısmındaki çizgiler, tahril.” Yine süsleme sanatında kenarına tahrir çekilmiş olana tahrirli; tahrir çeken sanatkâra tahrirkeş denir. “Resmî dâirelerce yapılan yazışmalar”a da tahrirat denir.

Tahrir kelimesi Nefî’nin bir beytinde şöyle geçer:

Derdvâr dilde gamım âleme tabîr edemem
Feyz-i manâ o kadar ki yine tahrîr edemem


(Dert sahibi gönlümdeki gamımı âleme tabir edemem; burada mana feyzi, bereketi o kadar ki yine yazamam).

Muharrir kelimesi de aynı kök üzeredir. “Yazıya geçiren (kimse), yazan, yazıcı, kâtip; yazar” manalarına gelir. Kadın yazar için muharrire kelimesi kullanılır. Yazarlık mesleği de muharrirliktir.

Muharrir kelimesi Fuzûli’nin Su Kasidesi’nde şöyle geçer:

Ohşadabilmez gubârını muharrir hattına
Hâme tek bakmaktan inse gözlerine kara su


(Muharririn kaleme bakmaktan gözlerine kara su inse bile; o gubar hatlı (küçük) yazısını yine senin ayva tüylerine benzetemez).

“Yazılı, yazılmış, tahrir edilmiş” manasındaki muharrer ve onun çoğulu muharrerat kelimeleri de aynı kök üzeredir.

“Sıcaklık” manasındaki har kelimesinin de hür ile ilişkili olduğunu düşünüyorum, bunu yazının son bölümünde izah etmeye çalışacağım. Hâr ise “sıcak, harâretli; harâret veren, yakıcı” manalarına gelir.

Hâr kelimesi, Tevbe Suresi 81. ayette şöyle geçer:

“ve kâlû lâ tenfirû fî-lharri kul nâru cehenneme eşeddu harrâ lev kânû yefkahûn”

(Ve “Bu sıcakta sefere çıkmayın” dediler. De ki: “Cehennemin ateşi daha sıcaktır.” Keşke anlasalardı).


Kelime Taşlıcalı Yahya’nın bir beytinde şöyle geçer:

Bir harāmi başını hāk ile yeksān itdün
Yirini hār gibi āteş-i sūzān itdün


(Bir harami başını yerle bir ettin; yerini hararetli yakıcı bir ateş ettin).

Hararet kelimesi de aynı kök üzeredir. “Sıcaklık; susuzluk; vücut ısısı, ateş; ısı; coşkunluk, şevk, ateşlilik; tabiatta bulunan dört esastan biri” manalarına gelen kelime Nâili-i Kadîm’in bir beytinde şöyle geçer:

Saldun derūna tāb-ı harāret firāk ile
Yakdun cihānı nāʾire-i iştiyāk ile


(Ayrılık ile hararet ateşini kalbe saldın; arzu ateşiyle dünyayı yaktın).

Harir/harîr kelimesi Türkçede hem “ateş” hem de “ipek” manasında kullanılır. Harîrî ise “ipekten yapılmış, ipek kâğıt” manalarına gelir. Burada larvaları, ipeğin üretilmesi için kaynatarak öldürmek gerektiği hatıra getirilmelidir.

Harîr kelimesi Fâtır Suresi 33. ayette şöyle geçer:

“Cennâtu ‘adnin yedhulûnehâ yuhallevne fîhâ min esâvira min zehebin velu/lu-â ve libâsuhum fîhâ harir.


(Bunlar, Adn cennetlerine girerler. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler, oradaki elbiseleri de ipektir).

Harîr kelimesi Şeyh Gâlib’in bir beytinde şöyle geçer:

Harîr-i şu’leye tebdîl edip libâs-ı teni
Fenâda anladı zevk-i hulûd pervâne


(Ten elbisesini ateş ipeğiyle değiştirip; ebedilik zevkini yoklukta anladı pervane/kelebek).

Ahar/ehar kelimesi de aynı kök üzeredir ve “çok sıcak” manasına gelir. Mahrûr ise “öfke, kin, hasret, arzu vb. bir sebeple içi yanan, ateşli, kızgın kimse; sıcak tabiatlı karakter” manalarına gelir.

Mahrûr kelimesi, Nâili-i Kadîm’in bir beytinde şöyle geçer:

Mahrūr-ı ciger-sūhte bir sīne mi vardur
Kim almaya dām āteşini benden ilāhī


(Ciğeri yanık, ateşli bir sine mi vardır ki İlâhi bu dünya ateşini benden almaya).

Özgürlük, hep problemli bir kavram olmuştur. Onu herkes kendi tarafına çekiştirir. Çünkü hep bir şeyden özgür olmak gerekir. Birinin bir şeyden halâs olması, diğerinin sınırlarına gelir dayanır. Bu sebepten özgürlük meselesi, iktidar meselesi göz ardı edilerek anlaşılamaz.

Devletler, ideolojiler, şirketler kendilerini merkeze alarak (iktidar) değerlendirmişlerdir özgürlüğü. Bu sebepten sonunda kendilerinin kâr-çıkar ilişkisinin bir aracına dönüşmüştür kavram. İnsan (birey) da kendini merkeze alarak değerlendirir özgürlüğü. Burada “kendi” nedir sorusuna verilecek cevap, doğru şeyin merkeze alınıp alınmadığını gösterecek bize.

İnsanın heva-hevesleri onun kendisi/öz’ü değildir. İnsanın kendisi onun cevheridir. Altına, paraya, konfora köle olurcasına düşkünlük, insanın öz’ü-kendisi ile olan bağının zayıflamasına sebep olur. Ölümlü olan yaşamın mutlaklaştırılmasıdır, ötenin yadsınmasıdır bu. Oysa kendini bilmek ölmeyen tarafını bilmektir.

Birtakım eylemlerimiz varlığımızda/özümüzde yaralar açıyor. Bu olumsuz/kötü eylemler tekrar ettikçe yara kangrene dönüşüp kişiyi hareket edemez duruma düşürüyor ki bu kötürümlükdür. Birtakım eylemlerimiz de özümüzde açılan yaraları tedavi ederek bizi canlandırıyor ki bu şifa yani hürriyettir.
 
Modern dünyada insanın ölümlü tarafına yapılan yatırım, kendi’ni ihmal anlamına gelir. Öz-bakım’dan anlaşılan şey, fiziğe/bedene tekil bakıştır. Hâlbuki insanın meta-fizik ciheti eksik kaldığında kişi özünü sömürüye açık kılar ki asıl yabancılaşma denilen şey burada başlar. Bunu bize yaptıran başımızda bekleyen bir düşman askeri değil, yanlış anlaşılan bir özgürlük anlayışıdır.

İsteklerimiz, özümüzle iletişimimizi en aza indirmekte. Bütün çabalarımız yaşamı mutlaklaştırarak özü unutturmaya yönelik eylemlere koşmaktadır. Böyle olunca çalışma hayatı denilen makul çabalama, bir nevi insanların gönüllü kölelik kışlasına dönüşüyor. Komutan yok, ama emirler bize içerimizden, heveslerimizden geliyor. Neo-liberal sistemin istediği de böyle sömürücü bir serbestiyettir. Aktifleşmek kazancı; kazanç, imaj ve özgürlüğü getirecek umuduyla herkes tıklım tıklım sahnede yerini alıyor.

Bu sapkın anlayış hem kişiyi hem de tabiatı sömürmekte. Kendi sınırlarını (had) bilmeyen; tabiatın da sınırlarını özgürce çiğneyebileceğini düşünür. Oysa tabiat sonsuz değildir ve diğer varlıklarla beraber yaşadığımız geleceğe kalması gereken tabii evimizdir.

Seçimlerimiz (ihtiyar), bizim sadece görünür, bu gün-lük taraflarımız için değildir, yarına kalacak tarafımız içindir. Seçtiğimiz her şeyin öz’ümüzde bir karşılığının olabileceğini idrak, bizi insan kılan taraftır. İhtiyar (seçme) kelimesinin hayır kökünden geldiğini düşünürsek seçtiklerimizde bir hayır umulur mu buna bakılmalı. İyi ile kötü arasında bir tercih yaptığımızda, seçimimiz öz’ümüze uygun bir eylem oldu mu diye kendimize dönmek, varlığın şuurunda olmaktır.

Maddi yapısı itibariyle insanın mutlak özgürlüğünden tabii ki bahsedemeyiz. Bir anne-babadan doğmak ve ölüme kadar bir çevrede yaşamak çeşitli bağlarla bağlanmaya mecbur kılar insanı. Bunun yanında konuşulan dil, içerisinde bulunulan devlet ve onun siyasi yapısı, kurumlar, akrabalar, sosyolojik yapılar… İnsanın karmaşık psikolojik durumu da onun ne kadar çevreye bağlı bir varlık olduğunu gösterir. İnsanın bir özgürlük alanı yok mudur?

Hz. Ömer, Mısır valisi Amr bin As’ın oğlunun bir Kıpti’yi haksız yere tokatlaması sebebiyle hem valinin oğlunu hem de valiyi tokatlatarak şu tarihi sözünü söyler: “Annelerinden hür doğan insanları ne zaman köle edinmeye başladınız?” Buradan şunu anlıyoruz ki anne babaya muhtaç olarak dünyaya gelmek hür olarak dünyaya gelmeye engel değildir. Çünkü hürlük, maddi bağların ötesinde insanın özünde yer etmiş varoluşsal bir şeydir.

Promete tanrılardan ateşi çaldı. Ateş mitolojideki insan için özgürlük meşalesiydi. Kimilerine göreyse akıldı. Onunla aydınlandı, hürriyetini kazandı insan. Hatta insanın insanlaşması bile bu ateşten çalınan şule ile olduğu addedilir. Hür kelimesinin sıcaklık manasındaki har ile ilişkisi kurulursa hürriyet, insanın özüne Tanrı tarafından verilmiş bir şeydir. Bizim onu çalmamıza gerek kalmamıştır. Olması gereken ona, öz’e dönmektir. Öz’de yanacak ateş, bizi başkalarına kul olmaktan kurtarıp hürriyete kavuşturacaktır.

Hür kişi, özündeki hararetin düşmemesi için öz ile olan bağlantıyı yani kulluğu canlı tutarak, kendini devamlı inşa eder, yetiştirir. Çünkü çevresi ve hevesleri onu organize bir şekilde tutsak etmenin peşindedir. Öz’e mutabık bütün eylemler iyidir. Bu iyiliklerin vasatı hürriyettir. Bunu yapan kişi hürdür.

Hürriyet, sıcaklık gibi enerji aktaran bir haldir. Bir yerde hürriyet ateşi yandıysa onun diğer yerleri de etkilemesi doğaldır. Bugün dünyanın birbirinden uzak coğrafyalarındaki insanlar, Filistin’deki direnişçilerin hürriyet mücadelesiyle birbirlerine yakınlaşmaktadır. Atomlar sıcaklık (har) arttıkça daha hızlı hareket eder. Hürriyet de hür olma bilinci yükseldikçe kişide ve çevrede varlığını hissettirir.

Hürriyetin olmadığı yerde hareketsizlik, donukluk, edilgenlik, boyun eğmek vardır. Sıcaklığı yüksek yani kaynayan çaydanlıktaki suyun su molekülleri, soğuk çaydanlıktaki su moleküllerine nispetle hareketlidir. Hürriyette de boyunduruk altında bulunmama, bir eylemlilik, hareket hali görülür.

Hür’ün başını bağladığı (ser-best) yer, merkez noktadır. Bunun dışındaki bütün dünyaya karşı serfiraz (başını kaldıran)dır. Filistin’deki bu başkaldırı sadece İsrail’e, Amerika’ya değil, bütün köleleştirici dünya sisteminedir. Buradaki eylemler öz’e mutabık özgür eylemlerdir. Savaşanlar, bu sebepten Hz. Hüseyin’le beraber savaşan Hür b. Yezid gibi özgürlük savaşçılarıdır.

Şeyh Gâlib’in yukarıda alıntıladığımız şiirinde ifade ettiği manayı, yaşadığımız günlerde yine düşünmeliyiz. Ten elbisesini ateş ipeğiyle (harir) değiştirenler Filistinli direnişçilerdir. Onların her biri ebedilik zevkini Hakkın tasarrufuna girmekte bulan pervanelerdir.

İbrahim b. Ethem’in hür ve kerem sahibi bir kişi, dünyadan çıkarılmadan evvel kendisi dünyadan çıkar” dediği övülesi insanlardır. Diğerleri ise kendi ülkelerinin ideolojik ve sapkın rejimlerinin kölesi kuklalar...

Kuşeyrî, hürriyeti: “kulun mahlûkların köleliği altında bulunmaması ve maddi herhangi bir kudretin ona tesir etmemesi” şeklinde tanımlarken hakiki hürriyeti kullukta kemal olarak görür. Allah’a kullukta sadık olmanın başkalarına köle olma boyunduruğundan kurtularak hürriyete kavuşacağını söyler. Hz Peygamber dünyadaki en hür (insan-ı kâmil) insan olarak “Nezdimde dünyanın taşı ile altını birdir” diyerek kullukta da en önde olduğunu ifade etmiştir.

Yazıyoruz (tahrir). Hiçbir şeyin uzmanı olmadan yazıyoruz. Yazar (muharrir) olduğumuzu iddia etmeden yazıyoruz. Çünkü hürriyetin gerçek kahramanlarının yanında bizi küçücük de olsa zihin dünyamızdan dışarı çıkaran, özgürlüğün kokusunu aldıran şey yazmaktır (tahrir). 

#hurriyet #ozgur #hur #tahrir #har #muharrir #

Yorumunuzu Ekleyin

Adı-Soyad
E-Posta
Yorum
İşlemin Sonucu
  • Yorumlar T.C. Yasalarına aykırı olamaz.
  • Hakaret içeren yorumlar, yayınlanmasa bile yasal mercilere iletilebilir
  • KVKK Kapsamında, bilgileriniz, yasal merciler hariç kimseyle paylaşılmaz.
  • Formda doldurduğunuz bilgiler ve IP adresiniz sisteme kaydedilir.
  • Yorumunuz onaylanıp yayınlandığında, sadece yorum, isim ve yorum tarih saati gösterilir.

GENEL BİLGİLER

Taraklı

Taraklı

Taraklı Nerede, Taraklı'nın tarihi ve coğrafi özellikleri
Taraklı Otobüs Saatleri

Taraklı Otobüs Saatleri

Ağustos 2023 Güncel Taraklı - Sakarya Otobüs Kalkış Saatleri, Taraklı Otobüs Saatler 2021, Taraklı Otobüs Tarifesi, Taraklı Sakarya ilk otobüs ne zaman? Taraklı - Sakarya Son Otobüs Ne zaman? Sakarya Taraklı İlk Otobüs Ne Zaman, Sakarya Taraklı Otobüs Saatleri, Taraklı Koop Otobüs Saatleri
Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'ya geldiğinizde gezilecek yerler neresidir? Taraklı'nın en popüler gezilecek yerleri yazımızda.
Taraklı Termal Turizmi

Taraklı Termal Turizmi

Taraklı'da termal turizmi, Türkiye'deki belli başlı noktalardan biri haline gelmiştir.