Geri

Erzincan’ın Bâtını Toprak Emer Cânını (41)

Mustafa Özbilge'nin yeni yazısı yayında...
Mustafa Özbilge Mustafa Özbilge
Yayın: Güncelleme:

Taşa verdim yanımı
Toprak emdi kanımı
Ezraile can vermezdim
Canan aldı canımı
Oy dağlar sümbüllü bağlar

Dağları duman aldı
Bülbülü figan aldı
Ezraile borçlu kaldım
Bir canım var yar aldı
Oy dağlar sümbüllü bağlar
Elinde altın şamdan
Perdeyi kaldır camdan
Al hançeri vur beni
Ben usandım bu candan
Oy dağlar sümbüllü bağlar

*Erzincan Türküsü

Uzun uzun yazılar yazıyorum. Oysa ne gereği var şu Erzincan türküsünü dinlemek varken? Fakat kim dinleyecek? İşte burada iş çetrefilleşiyor ve ben yine uzun uzun yazmaya mecbur kalıyorum. Kim okuyacak demeyin? Bulunur elbet, türküyü dinlemekten kolay…

Nasreddin Hoca, hanesi içinde yüzük kaybetmiş, yüzüğü bir türlü bulamamış. Çıkmış kapısı önünde ararken komşusu onu görmüş, Hoca’nın içerde yüzük kaybettiğini anlayınca da: “Yüzüğü içerde arasana be Hoca!” demiş. Hoca da “içerisi pek karanlık, ondan burada arıyorum” demiş.

Evet, içerisi pek karanlık olduğu için yüzüğü hep dışarıda arıyoruz. Maden faciasında kaybettiğimiz işçileri arıyoruz. Ama nerede? Buna sebep olanları arıyoruz. Ama nerede? Bu felakete sebep olanların işlerini her daim kolaylaştıran aracıları arıyoruz. Ama nerede?

Tabiatı, kâr getiren kendi mülkü olduğunu zannedenleri arıyoruz? Arıyor muyuz? Hayır, hiçbirini aradığımız yok! Çünkü bu ülkede en büyük hasımların dahi anlaştığı nokta ranttır. Daha fazla zengin olabilmek için birilerinin fakirleşmesi şarttır. Tabiat da buna dâhildir. İstismara uğrayanların en başında, tarumar edilen zavallı tabiat gelir.

Peki biz neyi arıyoruz? Belamızı arıyoruz. “Belanı ister idin, Allah da verdi doğrusu bu” demiş şair. Bela imtihandır. Çalışmadığın sınavla kendini sınatmak; yüzme bilmeyip de okyanusa atlamak… Biz küçük menfaatler uğruna, çürük sandallarla denize açılmaya teşne oluruz da inciyi dizi dizi başkaları takar etli gerdanlarına. Hep böyle olmuş ve böyle olmaya da devam ediyor.

Sendika başkanına bağıran işçiye, başkanın verdiği cevap: “Satmasaydınız topraklarınızı!” Doğru, satmasaydılar topraklarını. Ama dur, sadece bu kadar değil. Köylüyü toprak satma durumuna getiren şartları da konuşalım. Patronla anlaşmalı işçi düşmanı sendikaları konuşalım. Bire yüz veren şirketlerin aracılarını da konuşalım, onların bürokrasideki pürüzlerini düzelten vidanjörlerden de bahsedelim. Bunun bir kalkınma projesi olduğunu söyleyen sahtekâr politikacıları ve onu alkışlayıp da dedesinin tarlasını satanları da ondan sonra konuşalım.

Hepsi Amerikan şirketlerinin suçu değil mi? F-35’lerle indiler Vladimir İliç’e, Filistin’den arta kalan zamanlarında Fırat Nehri’nde uçak gemisi yüzdürüyorlardı öyle mi? Ya Abrams tankları… Madımak’ta katledilen Erzincanlı yazar Asım Bezirci çevirmişti Bertolt Brecht’ten: “Tankınız ne güçlü generalim / Siler süpürür bir ormanı / Yüz insanı ezer geçer / Ama bir kusurcuğu var / İster bir sürücü.”

Sürücü kim? Kimler, ne adına kimin sürücülüğünü yapıyorlar? Herkes, her şeyi biliyor ve tilkice bir sessizliğe yatıyor sıcak yuvasında. Çünkü ağza çalınan bir parmak balın tadı henüz gitmeden ikincisi tutuluyor açık ağızlara. Günlerimiz böyle böyle geçerken kovanımız yağma, ormanımız talan, suyumuz zehir, toprağımız leş oluyor. Çünkü orda çiçek açmaz, kuşlar ötmez, dereler çağlamaz, hayvanlar otlamaz artık.

İnsanı, toprağı, suyu, havayı, ağacı, bitki örtüsünü, yerin altını, yerin üstünü… Hiçbiri ama hiçbiri… İşletme sahiplerinin ödeyecekleri cezaların hiçbiri kaybettiklerimizi geri getirmeyecek. Kâr bunun neresinde? Kâr bunun neresinde? Kâr bunun neresinde saygı değer Efendiler? Neresinde?

Kölelik bu, içimizde!

Bu aç gözlülük hastalığı tedavi edilmezse hepimiz kanserli kölelere dönüşeceğiz. Oysa “hür kişi, tama’ ettiğinin kölesidir; kanaat eden köle ise hürdür” diyen Nebi; sınırı bilmenin, haddi aşmamanın içerisinde özgürlüğün olduğunu; azgınca saldırılarda ise köleliğin bulunduğunu işaret ediyor.

Öyleyse dışarıya iştah kabartmadan önce içeride bir şeyi halletmemiz gerekiyor. Çünkü dışardan köle görünen kişi, saldırgan taraflarını dizginlemekle hür olmuşken; hür görünenin maymun iştahı onu köleden de aşağı bir domuza dönüştürebilir. Burada belirleyici olan şey içerimizdeki hâldir. Onunla hesaplaşmadan dışarıya sopa sallamanın bir anlamı yok. Meşhur meseldir, hırsız içerideyse kapı kilit tutmaz.

Bir şey dışarıya yansımadan (zâhir) önce içeride (bâtın) mayalanıyor. Mideni (batn) bozduysan istifrağ (zuhur) ediyorsun. İçtekini dışarı boşaltıyorsun. İçeride siyanür oluştuysa yani sen bu siyanürle dışarıda kârlı işler yapabileceğine kendini ikna ettiysen (bâtın), bundan sonrasında dışarıda olanları, kuvveden fiile yani teoriden pratiğe geçirmek (zâhir) kalıyor. Yeryüzünün bâkir alanları, iç dünyamızdaki projelerin dışa uygulanacağı basit bir kullanım sahasına dönüşüyor.

Biz oturmuşuz tedbir almaktan bahsediyoruz, görevi ihmalden, iş güvenliğinden, çedçüd raporundan, iş sağlığından, sendikal haklardan, prosedüre uygunluktan, uluslararası sözleşmelere mutabakattan, iklim antlaşmasından, bürokratik usulsüzlükten, iş bilmemezlikten, profesyonellikten, proje hatasından, mühendislik hesabından…

Hayır, bunların hiçbiri değil! Hiçbiri değil! Değil bunların hiçbiri… Bunlar sistemi kabul edip de işleyişle alakalı problemi olanların kavramları… Bunlar sömürünün daha medenice olmasını isteyenlerin kavramları… Oyunu kuralına göre oynamak… Hayır, oyun bozulmalı!

Hâlbuki mesele insanı, tabiatı, yaşadığımız dünyayı ne olarak gördüğümüzle, onlarla nasıl bir ilişki biçimi kurmamız gerektiğiyle ilgili. Onları çıkarlarının kâr aracına dönüştüren her anlayışla (iç/bâtın) yüzleşmek gerekiyor.

Bu anlayış içimizde, içyüzümüzde öylece dururken Hoca Nasreddin’in işaret ettiği gibi sorunu dışarda aramak kolayımıza iş’imize geliyor. İçeride çıra yakmak ve neyi nerede kaybettiğimizi o aydınlıkta aramak yoluna girmediğimiz müddetçe içerinin karanlığı dışarıyı da zifiri karanlığa boğuyor, boğacak.

Gâvurlar, burada bir çelişki yaşamazken yani inandığı gibi (gâvurluk yaparak) yaşarken biz içimizle (bâtın) dışımız (zâhir) arasındaki makası gittikçe açarak, parçalı bir duruma düşüyoruz. Öyleyse kelimelerimize dönerek içeriye bir kıvılcım atabilir miyiz, bir bakalım... Türkçeden Kur’ân’a, Kur’ân’dan Türkçeye kelimeler çalışmamızın 41’incisi olarak ele almaya çalışacağımız kelime bâtın’dır.

“Bir şeyi gizlemek” manasındaki “batane” kökünden gelen bâtın kelimesi, Misalli Türkçe Sözlük’te “İç yüz, dâhil, derûn, zamir; sır; görünmeyen, gizli olan anlamında Allah’ın ismi; içteki, iç yüzdeki, gizli, görünmeyen şey manalara gelir.” Kelimenin zıddı ise bir şeyin dış yüzü anlamındaki zâhir’dir.

Batınî: “içte olan, iç âlemle, sırla ilgili; bâtınîlik mezhebine mensup olan kimse” manalarına gelirken bâtınîlikKur’ân-ı Kerîm’i, zâhirî mânâsı üzerinde durmayıp dînî emirleri gereksiz sayacak şekilde mecâzî mânâlar vererek tevil ve tefsir eden bâtıl mezhep, bâtıniye” manasına gelir. Bâtınan dediğimizde ise “içten olarak” demiş oluruz.

Bâtın kelimesi En’âm Suresi 120. ayette şöyle geçer:

“Vezerû zâhira-l-ismi ve bâtinehu inne-llezîne yeksibûne-l-isme seyuczevne bimâ kânû yakterifûn”

(Günahın açığını da bırakın, gizlisini de. Çünkü günah kazananlar yaptıkları karşılığında cezalandırılacaklardır).

Kelime Tâcizâde Cafer Çelebi’nin bir beytinde şöyle geçer:

Ya zāhirde ya bātında seni görmek ümidiyle
Uyur dün gün (gece-gündüz) kara bahtım gözüm dā’im uyanıkdır


Batın/batn, kelimesi de aynı kök üzeredir. “Karın; bir şeyin içi, ortası, iç; soy, nesil, kuşak, göbek” manalarına gelen kelimenin çoğulu ise butûn’dur. Kelime Nahl Suresi 78. ayette şöyle geçer:

“Vallâhu ahracekum min butûni ummehâtikum lâ ta’lemûne şey-en vece’ale lekumu-ssem’a vel-ebsâra vel-af-idete le’allekum teşkurûn”

(Allah, sizi analarınızın karnından, siz hiçbir şey bilmez durumda iken çıkardı. Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi).

Kelime Tâcizâde Cafer Çelebi’nin bir beytinde şöyle geçer:

Senā vu hamd hakkı kim ider idi Yūnus anı
Denizde olmış iken batn-ı hūt ana zindan

(Allah’a hamd ü sena hakkı ki Yûnus Peygamber denizde ve balığın karnında zindandayken bunu yapardı).

“Gizli olma, gizlilik” manasındaki butûn kelimesi de aynı kök üzeredir. Kelime
Nevizâde Atâî’nin bir beytinde şöyle geçer:

Nesîm-âsâ varur bir lahzada etbak-ı eflâke
Butûn-ı seb‘a-ı Kur’ân’da gûyâ kim dil-i dânâ

(Kur’ân’daki yedi sırrı söyleyen bilgin gönül; göklerin tabakalarına rüzgâr gibi bir anda varır).

“Yorgan yerine veya yorganın üzerine örtülerek kullanılan, genellikle yünden dokunmuş kalın örtü” manasındaki battaniye kelimesiyle
yine “Yeniçerilerin ve acemi oğlanların giydikleri, çok sıcak tutan kaputların yapıldığı çivit renkli çuhayı tezgâhlarda dokunduktan sonra dövüp kalıplayan (battanlayan)lara verilen isim” manasındaki battancı kelimesi de aynı kök üzeredir.

Batane kelimesi de aynı kök üzeredir. Mustafa Nihat Özön sözlüğünde kelimeye “büyük karınlı, şişman olma; oburluk, obur olma” manaları vermiştir.

Türkçede sevgi, dostluk ifade eden sevenlerin birbirine söyledikleri “bitane” kelimesini Mustafa Nihat’ın sözlüğünde geçtiği şekliyle de düşünebiliriz. Bıtane: “gizli şey; astar; iç yüz; sır arkadaşı.” Lugat-ı Cudi’de “mektum tutulan” yani gizlenen manasındadır. Dolayısıyla “bitanem” diye hitap ettiğin kişiye sadece bir-tanem manasıyla değil, sırdaşım olarak da hitap etmiş olursun.

Kelime Âl-i İmrân Suresi 118. ayette şöyle geçer:

“Yâ eyyuhâ-llezîne âmenû lâ tettehizû bitâneten min dûnikum lâ ye/lûnekum habâlen veddû mâ ‘anittum kad bedeti-lbaġdâu min efvâhihim vemâ tuhfî sudûruhum ekberu kad beyyennâ lekumu al-âyâti in kuntum ta’kilûn.”

(Ey iman edenler! Sizden olmayanlardan hiçbir sırdaş edinmeyin. Onlar size fenalık etmekten asla geri kalmazlar. Hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların kinleri konuşmalarından apaçık ortaya çıkmıştır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Eğer düşünürseniz size âyetleri açıkladık).

Bıtane kelimesi Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsirinde şöyle geçer: “gayrimüslimlerin Müslimlere bıtane (sırdaş) olması hem kendilerine hem Müslümanlara zarardır.”

Anlıyoruz ki müminlerin, kendi milletlerinden başkasını yani kâfirleri, iç yüzüne vâkıf olacakları işlere yanaştırmamaları emrolunmuştur. Bu da bize “bir şeyin iç yüzü” anlamına gelen bıtane kelimesiyle işaret edilmiştir.

Yer altında gizli olan (bâtın), mahfuz madenlerimizi kâfirlere açmamız, onların neyi ne kadar çıkarıp götürdüğünden haberdar dahi olamamamız bu ayetle birlikte düşünüldüğünde çok manidar. Çünkü düşman senden çıkardığı (zuhur) madenlerle savaş sanayiinde sana karşı çeşitli silahlar yapabilir ki yapıyor zaten.

Bugün Filistin’de soykırım bu zalim güçlerin eliyle gerçekleşiyor. Tabii burada Müslüman görünüp gönlü kâfirden yana olan münafıkların da Müslümanların işlerinde bıtane (sırdaş) olmaya layık olmadığını Elmalılı Hamdi Efendi tekrarlıyor.

Kâfirlerin, topraklarımızın karnını (batn) deşe deşe çıkarttıkları; fakat esasında gayrıya mahrem (bâtın) olması gereken hazinelerimiz, onların bıtane (sırdaş) edinilmesi yoluyla gerçekleşiyor ki bu İslam’a göre ihanettir. Bu durum bizim daha fakir düşmemize, düşmanın daha zengin olmasına sebep oluyor. Kendilerini sırdaş edindiğimiz emperyal düzenin adamları, bir şekilde Siyonist çetenin değirmenine su taşıyarak sadece bize değil bütün dünyaya kan kusturuyor.

Bunu takip edemeyenler bu şirketlerin maden çıkardıkları sahaları nasıl tarumar ettiklerini gidip yerlerinde görsünler. Ekolojik dengenin, yerin altının, yerin üstünün nasıl değiştirildiğini görsünler. Bu işlerin sonunda sadece yerli (!) birkaç zenginin kâfirlere tavassut ederek istifade edip geri kalan halka da cürufu yutturduklarını kendi gözleriyle görsünler.

Ama bunu görmek kolay değil, içerisi çok karanlık. Bu sebepten herkes dışarıya bakıp onların yerinde olmak istiyor. Karşı çıkanların bir kısmı da: “niye biz onların kazancına ortak değiliz” diye hasisliğinden karşı çıkıyor. “Hep onlar yedi de biz geride kaldık” diyenlerin çoğaldığı, böyle bir şehvetin, girişimci irade motivasyonu olarak matah görüldüğü bir yarış ortamı içindeyiz.

Karnından başkasını düşünmeyen işkembeci Abdülbatınlar ülkesine dönüşmek kötü bir şey. Abdülbatın, aç karnını doyurmak isteyen değildir. O, bir türlü doyuramadığı koca karnına kul olmuş açgözlüdür. Yunan mitolojisinde tabiata düşman Erysichthon’un cezası doyumsuz bir açlıktır. Tükenmeyen iştahı sonunda kendini yedirtti ona.

Murakabe, bakıp gözetmek demek. Özellikle de insanın içinin, özünün (bâtın) gözetilip denetlenmesidir. İçerisine girilmemiş harap bir evdir iç âlemimiz; Nasrettin Hoca’nın yüzüğünü kaybettiği hanesi gibi oldukça karanlık... Dış dünyanın parlaklığıyla kamaşmış gözlerin karanlığa alışması pek kolay olmadığından; çoğunluk, aradığı şeyin dışarda olduğuna kendini ikna etmiş bir halde. Harap evin parlak dış çeperleriyle övünme yarışı var. Çokluk kuruntusu…

Biz meseleye hep aksine bir yerden başlıyoruz. Ya dışa önem verip içeriyi yok sayıyoruz ya da dışarısı iyi olursa içerisi de iyi olacağına dair kendimizi kandırıyoruz. Hâlbuki Peygamber aleyhisselam şöyle diyor: “Eğer bir kimse bâtınını murakabe ve ihlâsla düzgün hale getirirse Allah da onun zâhirini mücahede ve sünnete tâbi olma haliyle süsler.” Dolayısıyla için, dışa önceliği var.

Bilgiyle, kitapla, düşünce ve murakabeyle içe dönüş olmadıkça dışın, içi işgali gerçekleşir. Tıpkı yerin altı ve üstünün harici güçlerce işgali gibi. İçeride müstahkem bir kale oluşturulduğunda, dışarısı ne kadar tehlikeli olursa olsun, oralar bizim için korkulası bir mekâna dönüşemez.

“Bütün gizlilikleri bilen” Allah el-Bâtın’dır. Biz O’nda olanı bilemeyiz ama O, bizde olanı ilmiyle kuşatmıştır. Şah damarımızdan daha yakın olmakla bâtınımıza vâkıftır. Bugün her zamankinden daha fazla dış dünyamızı tezyin etmekle iç dünyamızı terke mahkûm ediyoruz. Başkalarına üstünlük taslamak başkalarının üstünde tahakküm kurmak, iktidara oynamak dış dünyada gücü elde etmeyi gerektiriyor.

Zahir olan da bâtın olan da O’ndandır. Bâtına bakıp zâhire düşman olunamayacağı gibi zâhire bakıp batına kör de olunmaması icap eder. Bedenimizi süslemek için verilmiş bir nimettir elbise; fakat asıl iyi olanın gözle görülen aşikâr bir şey olmayan takva elbisesi olduğunu söylüyor Kitab.

“Ey Âdem oğulları! Size mahrem yerlerinizi örtecek giysi, süsleneceğiniz elbise indirdik. Takvâ elbisesi, işte o daha hayırlıdır. Bunlar Allah’ın âyetlerindendir. Umulur ki düşünüp öğüt alırlar.”

Tabiata zarar vermekten çekinmemek, canlılara zarar vermekten içtinap etmemek, nimeti bir üstünlük aracına, iktidara dönüştürüp onun felaketli neticelerinden korkmamak sır gömleğini (bıtâne) paramparça etmektir. Sakınılası asıl çıplaklık, üstü başı olmayan üryan dervişin çıplaklığı değil; toprağı çölleştiren, insanı çölleştiren böylesi bir zillet çıplaklığıdır.

#erzincan #nasreddin #hoca #firat #batin #yer #ekolojik #tavassut #murakabe #zillet

Yorumunuzu Ekleyin

Adı-Soyad
E-Posta
Yorum
İşlemin Sonucu
  • Yorumlar T.C. Yasalarına aykırı olamaz.
  • Hakaret içeren yorumlar, yayınlanmasa bile yasal mercilere iletilebilir
  • KVKK Kapsamında, bilgileriniz, yasal merciler hariç kimseyle paylaşılmaz.
  • Formda doldurduğunuz bilgiler ve IP adresiniz sisteme kaydedilir.
  • Yorumunuz onaylanıp yayınlandığında, sadece yorum, isim ve yorum tarih saati gösterilir.

GENEL BİLGİLER

Taraklı

Taraklı

Taraklı Nerede, Taraklı'nın tarihi ve coğrafi özellikleri
Taraklı Otobüs Saatleri

Taraklı Otobüs Saatleri

Ağustos 2023 Güncel Taraklı - Sakarya Otobüs Kalkış Saatleri, Taraklı Otobüs Saatler 2021, Taraklı Otobüs Tarifesi, Taraklı Sakarya ilk otobüs ne zaman? Taraklı - Sakarya Son Otobüs Ne zaman? Sakarya Taraklı İlk Otobüs Ne Zaman, Sakarya Taraklı Otobüs Saatleri, Taraklı Koop Otobüs Saatleri
Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'ya geldiğinizde gezilecek yerler neresidir? Taraklı'nın en popüler gezilecek yerleri yazımızda.
Taraklı Termal Turizmi

Taraklı Termal Turizmi

Taraklı'da termal turizmi, Türkiye'deki belli başlı noktalardan biri haline gelmiştir.