Bir zamanlar Çocuktuk...
Değerli Okurlar,
Bugün sizlerle geçmişten bugüne uzanan bir yolculuğa çıkmak istiyorum. Belki de en güzel yıllarımıza... Çocukluğumuza...
Ben, 1970’li ve 1980’li yıllarda çocukluk yaşamış bir neslin parçasıyım. O dönemi yaşamış olanlar çok iyi bilir: O yıllarda çocuk olmak bambaşkaydı. Hayat daha yavaştı, dünya daha küçük ama kalpler daha büyüktü. Teknoloji yoktu belki, ama sokaklar vardı… Oyunlar, dostluklar, kahkahalar vardı.
Sabah evden çıkardık, annemiz "-akşam ezanı okunmadan gel-" derdi. Mahalle bizim oyun alanımızdı. Saklambaç, komel, körebe, uzun eşek, birdirbir, yakan top… Saymakla bitmezdi oynadığımız oyunlar. Her biri birer okul gibiydi. Oyun oynarken paylaşmayı, sıramızı beklemeyi, kaybetmeyi, kazanmayı öğrenirdik. Hile yapmanın utancı, dürüstlüğün gururu daha o yaşta yerleşirdi içimize.
Yusufbey Mahallesi’nde yaşadığım çocukluk anıları ise hâlâ dün gibi aklımda… Mahallenin ortasında yükselen o tarihi çınar ağacının gölgesinde, elimizde plastik top, saatlerce futbol oynardık. Sıcak yaz günlerinde karakol binasının arkasındaki eski futbol sahasında kıran kırana mahalle maçları yapardık. O maçların tozu toprağı hâlâ yüreğimde...
Oyuncaklarımız mı? Onlar da bizim eserimizdi. Tahtadan arabalar yapar, gazoz kapaklarından tekerlek takardık. Kimi zaman pil atıklarını oyuncak yapar, hayal gücümüzle her şeyi bir oyuna dönüştürürdük. Sakız içerisinden çıkan renkli kağıtlarla ya da kibrit kutularının içinden çıkan resimlerle kendi aramızda oyunlar kurardık. Misket oynardık.(Gaflik) misket biriktirirdik.Pul koleksiyonlarımız,para koleksiyonlarımız olurdu.
Sadece oyun değil, doğayla iç içe bir çocukluktu bizimkisi. Yaz geldiğinde sırtımıza havluyu atar, Göynük Suyu’na yüzmeye giderdik. Suyun serinliği, kuş cıvıltıları ve dostlarımızla geçirdiğimiz o saatler, gerçek anlamda mutluluğun tarifiydi. Bazen de arkadaş gruplarımızla “Arfane” dediğimiz piknikler düzenlerdik. Evden getirilen azıklar paylaşılırdı. Küçücük şeylerle nasıl büyük mutluluklar yaşardık...
Şimdi dönüp bugünün çocuklarına baktığımızda bambaşka bir manzarayla karşılaşıyoruz. Oyunlar artık dijital, arkadaşlıklar sanal, eğlence ekranlara hapsolmuş durumda. Tabletten, telefondan, bilgisayardan başını kaldırmayan bir nesil yetişiyor. Sokakta oynayan çocuk görmek neredeyse imkânsız hâle geldi.
Burada kimseyi suçlamıyorum. Zaman değişti. Elbette teknolojinin de faydaları var. Çocuklar artık daha hızlı öğreniyor, farklı dillere, farklı dünyalara daha açık büyüyorlar. Ama unuttuğumuz bir şey var: Oyun sadece bir eğlence değil, bir çocuğun kendini ve hayatı tanıma yolculuğudur. Ve bu yolculuk, sadece ekran başında değil, gerçek hayatın içinde yaşanmalı.
Biz dizlerimizi yaralayarak büyüdük. Toza toprağa bulanarak. Ama her yarayla birlikte bir şey daha öğrendik. Düşmeyi, kalkmayı, sabretmeyi, beklemeyi, paylaşmayı öğrendik.
Bugünün çocukları ne yazık ki doğayla, sokakla, mahalleyle yeterince tanışamadan büyüyor. En büyük kayıplarımızdan biri de bu oldu belki: Mahalle kültürü. Oysa çocukken mahallede her kapı bizim evimiz gibiydi. Her teyze bir anne, her amca bir baba gibiydi. Şimdi apartmanlarda birbirimizi tanımadan yaşıyoruz.
Değerli Okuyucular,
Şimdi size bir soru sormak istiyorum: Çocuğunuz en son ne zaman dizini kanattı ve size sevinerek geldi? En son ne zaman arkadaşlarıyla ip atladı, saklambaç oynadı, ağaca tırmandı? Elektrikli skuter demiyorum. Bilya tekerlekli tahta arabaya bindi mi hiç?
Biz geçmişe dönemeyiz. Ama geleceği şekillendirebiliriz. Çocuklarımız için bir ekranı değil, bir topu, bir ipi, bir ağacı seçebiliriz. Onlara gerçek dünyada oynayacak alanlar sunabiliriz. Çünkü çocukluk bir daha yaşanmaz. Ve çocukluğun eksik yaşanmışı, ileride hep bir boşluk olarak kalır.
Biz bir zamanlar çocuktuk… Ve çok güzeldi o günler.
Dilerim ki bugünün çocukları da yarın, “bizim zamanımızda ne güzel oyunlar oynardık” diyebilsin. Dilerim ki onların da anlatacak tertemiz anıları olsun.
Hepinize saygılarımı sunuyorum.
Hoşçakalın
#kose-yazi #cocukluk #komurcu
