Geri

Siyaha Büründüğümüz Şehir: Buhara (Türkistan Notları-8)

Mustafa Özbilge ve Gürhan Korkmaz'ın birlikte kaleme aldıkları yazı dizisinin 8'incisi yayında
Mustafa Özbilge Mustafa Özbilge
Yayın: Güncelleme:

Trene binmiştik.
***
Ama hâlâ bekliyorduk.
***
Bizi Buhara’ya götürecek bu orta sınıf tren, Semerkant’tan uzaklaşmaya başlamıştı. Ama biz, trendeki yerlerimizin belli olmasını bekliyorduk hâlâ.
***
Bir önceki trenden farklı olarak bu trenin vagonları, sol tarafında 4 kişinin kalabileceği sıralı kompartımanların yer alacağı şekilde tasarlanmıştı. Koridor ise vagonun sağında yer almaktaydı.
***
Hepimiz yine aynı vagondaydık, fakat her birimiz farklı kompartımanlara düşmüştü bu kez. Bu sebeple uzayan yer bulma telaşımız, kondüktörün yardımıyla nihayetinde çözülmüştü.
***
Bir an önce yatıp dinlenmek istiyorduk.
***
Ama biz hâlâ bekliyorduk.
***
Yer bulma telaşımız bitmişti, fakat yerleşme telaşımız devam ediyordu. Kompartıman kapılarını ne kadar yavaş açarsak açalım, yolcuları belki de uykularının en tatlı yerinde uyandırıyorduk. Üstüne üstlük bu trendeki kompartımanlarda kadın erkek karışık bir düzen vardı. Önceki trende her bir yolcu için yataklarda hazır bulundurulan nevresim takımları, nedense burada hazır değildi.
***
3’te kalkması gereken tren, yirmi dakika rötar yapmıştı ve yerleşmemizin vakit alması sebebiyle saat 4’ü bulmuştu. Yorulmuştuk ve bir an önce yatmak istiyorduk.
***
Ama hâlâ bekliyorduk.
***
Arkadaşlardan bir kısmı, diğer yolcularla yer değiştirmek suretiyle kadınlı erkekli yolculuk yapma problemini bir şekilde çözmüştü. Fakat bir kısım arkadaş, mevcut duruma razı olmak zorunda kaldı. Çünkü bu kompartımanlarda çocuklu kadınların ve hamile yolcuların yer değiştirmesi mümkün görünmüyordu. Kondüktör, nevresim takımlarını sonunda dağıtmıştı da arkadaşlar çarşaflarını perdeye dönüştürebilmiş ve böylece bu bekleyiş bitmişti.
***
Uyuduk. 3 saatlik bu yolculukta az da olsa uyuduk…
***
İstasyonun çıkışında yanımıza yaklaşan şoförlerden biriyle kısa bir pazarlık sonrası anlaştık. Taksi şoförü; esmer, uzun boylu, güneş gözlüklü ve yetmiş beş yaşlarında olduğu hâlde oldukça enerjikti. Tacik olmasına rağmen şoförle Özbekçe anlaşabiliyorduk.
***
Verdiğimiz adrese giderken; bir taraftan Buhara’nın banliyölerini izliyor, bir yandan da şoförle sohbet ediyorduk. Bu amcanın, 3 hanımı ve 18 neferi (çocuk) olduğunu öğrendik.
***
Şaşırdık.
***
Şaşırdığımız şey, amcanın hanım ve çocuk sayılarındaki çokluk değildi.
***
Biz, her bir kadın ve çocuğun mükellefiyeti altında yıpranmış, yorulmuş bir adam beklerken durum başkaydı.
***
Bu yetmiş beşlik delikanlı, çok da lüks olmayan arabasının hızını, son ses açtığı hareketli müziklerin ritmine uydurmaya çalışıyor; trafikteki araçlarla adeta yarışıyordu. Agresif manevralarla hem yüreğimizi ağzımıza getiriyor hem de bizi rahatlatmak istercesine; çalan müziğin eşliğinde el, kol ve boyun hareketleriyle muziplikler yapıyordu. Öyle yorgun ve uykusuzduk ki gülecek mecalimiz yoktu; fakat bu neşeli adamın esprilerine gülmemek elde değildi.
***
Bağıra bağıra konuşan adamın kahkahaları; esmer, etli dudaklarının arasından dizi dizi altın dişlerini açığa çıkarırken düşünmeden edemedik: Adeta her bir kadın, onu hayata daha da bağlayarak yaşam sevincine kaynak olmuş; her bir çocuk, onu tazeleyerek yaşlanmasına mâni olmuştu.
***
Buhara’nın girişinde yol yapım çalışmaları vardı. Tek şeritli yollar, çift şeritli yollara dönüştürülmekteydi. Özbekistan’ın diğer şehirlerinde olduğu gibi bu şehirde de her alanda yoğun bir inşa faaliyeti sürmekteydi.
***
Otelimizin konumuna yaklaşırken arabanın camından anlık bir görüntü ilişti gözümüze. Tanıdık bir kimse…
***
Nasreddin Hoca!
***
Burada ne işi vardı? Şimdi durmasak da muhakkak uğrayacaktık yanına.
***
Aracımız, şehir merkezindeki tarihi mahallelerden birine girdi. Durduğumuz sokakta; tamamı bir ya da iki katlı, avlulu, sıralı müstakil evler bulunmaktaydı. Bu evlerin arasındaki konutların bazıları, otel olarak hizmet vermekteydi.
***
Bir gün önce internetten uygun bir fiyata bulduğumuz otelimizin önünde durduk. Kapısı açıktı. Girdik içeri:
***
-Kimse yok mu?
***
Bizi karşılayan herhangi bir kimsenin olmadığı bu otelde ilginç bir şekilde kendimizi yabancı hissetmedik.
***
Bekliyorduk, olağan bir şeymiş gibi…
***
Beklemeyi hep olumsuz mu karşılamalı?
***
Oysa bazen beklemek huzur verir. Durup düşünme imkânı oluşturur. Sizi hiç bekletmeyip kapıda karşılayan lüks otellerin uzman resepsiyonistleri, zamandan tasarruf sağlayabilir. Ancak buradaki ilişki biçimi, sadece paranın öncelendiği ve belirleyici olduğu bir ilişki biçimidir.
***
İlginin yoğun olduğu, ama paraya endekslendiği lüks ortamlarda, davranış biçimleri incelir; fakat yapaylaşır. Konfor, sizi görece rahat ettirebilir. Buna karşın, samimiyetin olduğu salaş mekânlar, aksayan tarafları olsa da kapısı açık, teklifsiz karşılar sizi. Bu otelde olduğu gibi…
***
Bekletir, ama dışarıda değil…
***
Resepsiyonun bulunduğu, butik tarzı bu iki katlı otelin girişinden birkaç adım sonra, ortada masa ve sandalyelerin bulunduğu üstü açık, geniş bir avlu vardı. Üst kattan bir kapı açıldı. Merdivenlerden aşağıya inen güleç yüzlü hanımefendi:
***
-Hoş geldiniz, dedi ve avluya geçebileceğimizi söyledi.
***
Siyah kömür saçlı, orta boylu, 40’lı yaşlardaki cana yakın bu kadınla İngilizce anlaştık. Tacik’ti. Onunla Türkçe anlaşabileceğimizi sonraki günlerde fark edecektik. Kadın, anahtarlarımızı vererek 3 odaya dağıttı hepimizi.
***
Biz kendi odamıza girdiğimizde biri yatağın üzerine uzanmış, diğerleri sedirlere kurulmuş 4 kadın karşıladı bizi. Etrafa güller saçılmıştı. Kadınlardan biri kitap okuyor, öbür ikisi onu dinliyordu. Yatağa uzanan diğerinin elinde yelpaze, önünde ise küçük bir şerbet şişesi vardı. Duvarda bir Buhara halısı asılıydı.
***
Bu büyük oryantal tablo, odamızın duvarını boylu boyunca kaplamaktaydı.
***
Yerleştik.
***
Yorgunduk ama trendeki birkaç saatlik uyku pekâlâ yeterdi bize. Çıktık yürüdük.
***
Ark Kalesi’nin karşısında bulunan bir mekâna oturduk. Dışarıdan bakıldığında çay bahçesi görünümünde olan bu mekânda yemek de vardı. Henüz kahvaltı yapmamıştık. En iyi bildiğimiz yiyecek samsa… Buradaki samsalar kıymayla değil, kuşbaşı et ve bol soğanla yapılmaktaydı. Sıcak ve yağlı samsalarımızı, üfleye üfleye afiyetle yedik. Çaylar gelmişti, fakat şeker unutulmuştu.
***
Taşkent ve Semerkant tecrübeleri Özbekçeye dair bir telaffuz alışkanlığı oluşturmuştu bizde. Öğreniyorduk. Burada “Şeker” kelimesine, “Şakkar” denildiğini biliyorduk artık. Garson kadına, kendinden emin bir tavırla “ka” sesine vura vura seslendi arkadaşlardan biri:
***
-Şakkar!.. Şakkar alabilir miyiz?
***
Kadın, adeta İstanbul Türkçesi kullanıyormuşçasına, zarif ve alaycı bir edayla cevap verdi:
***
-Şeker mi istiyorsunuz?
***
Güldük.
***
Arkadaş düşmüş olduğu durumdan dolayı mahcup olmuştu.
***
Taşkent’ten batıya doğru gidildikçe; dil, Türkiye Türkçesine yaklaşmaktaydı. Bunu, Harezm bölgesinde daha iyi hissedecektik.
***
Neşe içinde hizmet eden kadından hesap isteyen Resul, adisyonu kontrol ediyor, bir taraftan da kadını dinliyordu. Getirilen ürünler haricinde, servis için de “hizmet bedeli” alındığını biliyorduk buralarda.
***
Fakat garson kadının, bunu tarif ederken “tabak ücreti” tabirini kullanması karşısında hepimiz şaşırmış, ne demek istediğini anlayamamıştık.
***
Serkan, Resul’ün kulağına eğilerek:
***
-8 tane de çatal var, sor bakalım onlar ne kadarmış, dedi. Adeta pimi çekilmiş bombayı Resul’ün eline bıraktı.
***
Resul hemen atladı:
***
-8 tane de çatal var, onları yazmayı unutmuşsunuz!
***
Kadın, kıpkırmızı olmuştu. O neşeli güleç yüzlü kadın söylenmeye başladı. Ve sinirli tavırlarla “tabak hizmeti” tabiriyle aslında “hizmet bedeli” demek istediğini anlatıyordu. Küstahlık etmiştik.
***
Olanlar olmuştu. Resul, saklanacak delik arıyordu. Birkaç defa özür dilemeye yeltense de buna cesaret edemedi.
***
Buradan çıkıp 18’inci yüzyıldan kalma Bala Havuz Camii’nin önüne geldik. Yaklaşık 15 metre yüksekliğindeki camiden ayrı süslü minare, figüratif renkli kuşaklarla bezenmişti. Eyvanında ahşap işlemeli 20 sütunun bulunduğu bu caminin, kapalı olmasından dolayı içine giremesek de avlusunda pirinç tabak ve ziynet işleyen bir zanaatkârı seyrettik. Yüzen balıklar eşliğinde etrafını dolaştığımız havuz, mekâna sakinlik katıyordu.
***
Karşımızda yer alan büyük Ark Kalesi’ne yöneldik.
***
Semerkant’ta ne kadar abidevi yapı varsa Buhara’da da aynı şekilde heybetli binaların olduğunu okumuştuk. Bu coğrafyanın en önemli iki şehri arasında sadece mimari alanda değil her alanda tarihi bir rekabet vardı.
***
Ark Kalesi’nin heybetli kapısından; üstü kapalı, dar bir geçide girdik. Burada giriş biletlerimizi alıp ilerledik. 6’ncı yüzyıldan kalan kalenin yüksekliği 20 metreye yakındı. 4 hektarlık büyük bir alan üzerine kurulu bu kalenin içerisinde birçok sokak, birçok bina vardı. Cami, harem, zindan, yazlık odalar, mutfak, ahırlar, kilerler… Bu binalardan bazılarında müzelik objeler sergilenirken, bazıları boştu.
***
Dışarıdan gelen saldırılara karşı her ne kadar muhkem bir kale olma özelliğine sahipse de Moğol istilasından bu kale de nasibini almıştı. Cengiz’in orduları, kendilerine direnen başta Semerkant ve Buhara şehirleri olmak üzere bölgede büyük bir katliam ve tahribata sebep olmuştu. Arkeolojik çalışmaların devam ettiği kalenin açık alanlarında dolaştık. Buhara’ya dört bir taraftan panoramik bir bakışla baktık. Bu kaleden dümdüz bir ovaya kurulmuş olan Buhara’ya bakıldığında bu şehre neden “Kubbetü’l-İslam” dendiği anlaşılıyordu. Her yer yeşil ve turkuaz kubbelerle çevrilmişti.
***
Buhara; sıcaktı, rüzgârlıydı bugün…
***
Rüzgâr, adeta bir kum fırtınasına dönüşüyor; yerden kaldırdığı tozu, kavurucu sıcakla birlikte yüzümüze çarpıyordu. Gözlerimize dolan, ayaklarımızı kaplayan toz toprak, saçlarımızı keçeye döndürmüştü. Dudaklarımız kurumuş, yürüyecek takatimiz kalmamıştı.
***
Kalenin kapalı alanlarına geri döndüğümüzde bir kısmımız artık havlu atmış, gölgeye çekilmişti. Diğerleri, bu büyük kompleksin kapalı alanlarını gezmeye devam ediyordu.
***
Eyvanlı alanlardaki ahşap sütunlar burada da ilgimizi çekti. Fakat bu sütunların arasında gördüğümüz uygulama yine bir müzeye yakışmayan ciddiyetsizlikteydi. Parayla Buhara Hanı’nın tahtına kurulabiliyordunuz. Gerçi işportacılar kalenin her bir köşesini tutarken buna şaşmamak lazımdı. Müzecilik burada -Semerkant’ta da değindiğimiz gibi- geliştirilmeyi bekliyordu.
***
Semaverin Anadolu’da sevilerek çokça kullanılması onun yerli bir obje olduğu zannını uyandırabilir. Hele Türk edebiyatında Sait Faik’in “Semaver”ini bilmeyen yoktur. Oysa semaverin ismi de kendi de Rus’tur.
***
Ark Kalesi Müzesi’nde devasa bir semaverle karşılaştık.
***
Buhara Hanlığı’na, 1810 yılında Ruslar tarafından hediye edilen bu pirinç semaverin, üzerine çakılan plakada bir hat yazısı bulunmaktaydı. Semaverden çay içme kültürü bu tarihlerde Buhara’da var mıydı?
***
Ark Kalesi’nde yine öyle bir şeyle karşılaştık ki onu anlamamız görevliye sorduğumuz sorularla mümkün olacaktı. Camekanın içerisinde siyah kumaş üzerinde altın yaldızlı hatların olduğu bir Kâbe örtüsü… Altında yer alan bilgilendirme metninde sadece şu yazılıydı:
***
“Mekke Emirinin hediyesi-Hicri 1329”
***
Hicri bu tarihi miladiye çevirdiğimizde karşımıza 1911 yılı çıkmakta... Odada bulunan görevli bayana sorduk:
***
-Mekke bu tarihte hangi devletin hakimiyeti altındaydı?
***
-Osmanlı Devleti.
***
-Peki bu Kâbe örtüsünü Osmanlı padişahı mı yoksa Mekke Emiri mi Buhara Hanlığı’na hediye etti?
***
-Osmanlı padişahı. Hatta ismi de Reşad’dı.
***
-Sultan Mehmet Reşad. Peki o zaman bu bilgilere neden yer vermediniz?
***
- Eee… Görevliler yazmamış… İsterseniz siz yazabilirsiniz...
***
Bunun üzerine konuşmalarımızda geçen bu bilgileri bir kâğıda yazarak görevliye teslim ettik. Sonrasında kendi aramızda düşündük: Kâbe örtüsü altına bu bilgilerin yazılmayışının sebebi basit bir ihmalkarlık mı yoksa daha başka bir şey mi?
***
Kâbe örtüsü bir semboldü.
***
Kutsal topraklara kim hâkim olduysa Kâbe örtüsünü yenileme vazifesi ona aitti. Önceki senenin örtüsü ise farklı İslam beldelerine yollanarak merkezle aradaki irtibat kuvvetlendirilmeye çalışılırdı.
***
1911 tarihi, Osmanlı Devleti’nin 2. Meşrutiyet yıllarıydı. Yönetime hâkim olan İttihat ve Terakki Fırkası, Rus hakimiyeti altındaki Türkistan coğrafyasıyla yakından ilgilenmekteydi. Bu coğrafyayla olan irtibatı kuvvetlendirme politikasının sembolüydü Kâbe örtüsü. İslam kardeşliğinin nişanesi…
***
Ya az önce gördüğümüz devasa semaver neyin sembolüydü? İçinde kaynayan su muydu? Yanan neyin ateşiydi?
***
Fitne kazanı kaynadı ve insanlar yandı o ateşte. Semaver, Türkistan’ın içerisine sokulmuş bir Truva Atı’ydı.
***
Çok değil, Kâbe örtüsünde yazan 1911 yılından birkaç yıl sonra bu coğrafyada Rus emperyalizmine karşı büyük bir isyan dalgası baş gösterecekti. “Türkistan, Türkistanlılarındır” sloganıyla harekete geçen ve daha sonra “Basmacı Hareketi” olarak isimlendirilen bu kıyama, Kâbe örtüsünü gönderenler de dahil olacaktı.
***
Enver Paşa, 1921 yılında ulaştığı Türkistan topraklarında Basmacı Hareketi’nin başına geçecek ve Ruslara karşı büyük bir mücadele yürütecekti. Enver Paşa, 1922 yılında girmiş olduğu göğüs göğse bir çarpışmada, sinesine bastığı bir Kur’an’la şehit düşecekti.
***
Bir hüzün kaplamıştı içimizi, odayı bir türlü terk edemiyorduk. Namık Kemal’in “Vaveyla”sı çınlıyordu kulaklarımızda:
***
“Git vatan Kâbe’de siyaha bürün…
Şühedanı çıkar da ortaya saç!..”
***
Yorgunluğumuzun üstüne, bir de beklemediğimiz bu elem karışınca hepten bitmiştik. Kendimizi kaleden dışarı attık.
***
Sabah içerisine giremediğimiz Bala Havuz Camii’nde hem soluklandık hem de öğle namazlarını eda ettik. Fakat kendimize gelemiyorduk. Ağır ağır yürüyerek otelin yolunu tutmuştuk. Yolda; Orta Asya’ya özgü, çift hörgüçlü, beyaz sevimli bir deveye rast geldik. Tebessüm etti bize. Okşadık.
***
Birbirimize artık etrafa bakmamayı tembihliyorduk. Etrafta bizi çelebilecek, yolumuzdan alıkoyacak, göz alıcı o kadar çok güzellik vardı ki bunlara kapılmamalıydık.
***
Yürüyorduk. Tarihi Buhara Zindanı, Kolon Camii, Mir-i Arap, Abdülaziz Han ve Uluğ Bey medreselerinin arasından geçerek durmaksızın yürüyorduk.

#buhara #koloncamii #medrese #arkkalesi #deve #ortaasya #enverpasa

Yorumunuzu Ekleyin

Adı-Soyad
E-Posta
Yorum
İşlemin Sonucu
  • Yorumlar T.C. Yasalarına aykırı olamaz.
  • Hakaret içeren yorumlar, yayınlanmasa bile yasal mercilere iletilebilir
  • KVKK Kapsamında, bilgileriniz, yasal merciler hariç kimseyle paylaşılmaz.
  • Formda doldurduğunuz bilgiler ve IP adresiniz sisteme kaydedilir.
  • Yorumunuz onaylanıp yayınlandığında, sadece yorum, isim ve yorum tarih saati gösterilir.

GENEL BİLGİLER

Taraklı

Taraklı

Taraklı Nerede, Taraklı'nın tarihi ve coğrafi özellikleri
Taraklı Otobüs Saatleri

Taraklı Otobüs Saatleri

Ağustos 2023 Güncel Taraklı - Sakarya Otobüs Kalkış Saatleri, Taraklı Otobüs Saatler 2021, Taraklı Otobüs Tarifesi, Taraklı Sakarya ilk otobüs ne zaman? Taraklı - Sakarya Son Otobüs Ne zaman? Sakarya Taraklı İlk Otobüs Ne Zaman, Sakarya Taraklı Otobüs Saatleri, Taraklı Koop Otobüs Saatleri
Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'ya geldiğinizde gezilecek yerler neresidir? Taraklı'nın en popüler gezilecek yerleri yazımızda.
Taraklı Termal Turizmi

Taraklı Termal Turizmi

Taraklı'da termal turizmi, Türkiye'deki belli başlı noktalardan biri haline gelmiştir.