Beşinci Mevsime Dair2
Böyleydi Yazıma Gelen Yorum!
“Değerli Faruk!Zaman,zaten soyut bir kavram(aynen duygular gibi..) İnsanoğlu maddesine uydurabilme adına sınırlamaya çalışmış.. duygulara harfleri giydirdiği gibi."Mikail'in arza uygulamadığı bir tarz" da düşünmek, doğaya başkaldırmak mı?(Bu arada şu farkı hatırlatmanın yararlı olacağı kanısındayım:Mikail uygulayan değil, uygulatılandır..)Duygusallığını anlıyorum.. Sıfır noktasında, insanın duygusallığı derinlemesine iniş ise, bu noktadan yukarı yükselişi de yaşamın gerçekler yönüdür. Sıfır noktasından amûdî yükselişte, mahrûti bir kırılma yaşanıyorsa, hayati sıkıntılar da baş gösterebilir.Çünkü sıfır noktasından derinliğe hislerle inilir; yukarıya akılla çıkılır.. Ben derim ki beşinci mevsimin içinde dört mevsimi hissederek yaşa !.. Bütün duygusallığın yanında "sevgililer gününden" bahsetmiş olsan sana yakıştıramam. İnsan duygusunun kapitalizmin sömürüsüne bu kadar alet edilmesi duygularımı incitiyor.. Ben sevdiklerimi bir gün sevmiyorum ki... Mikail'in sahibine emanet ol derim..”
İşte böyle diyordu Haluk Pektaş, bir önceki yazıma yaptığı yorumda. Yorumuyla açıklama yapma içgüdülerimi harekete geçirdi. Kendisine, kendimi ifade etme zemini hazırladığı için özellikle teşekkür ederim. Siz okuyucularıma, konuyu anlayabilmeniz açısından bir önceki yazımı ve diğer yorumları okumanızı tavsiye ederim. Mecazen de olsa, Türklüğünüzden soyutlanıp konuya “Fransız” kalmak istemezsiniz herhalde…Bu arada hoş geldiniz “Beşinci Mevsim”e…
Bir Yorum-Durum Değerlendirmesi
Mikâil, meleklerin büyüklerinden olup iklimleri ayarlamak üzere ALLAH tarafından görevlendirilmiş nuranî bir memurdur. Bu hakikat iman sahibi her insana malumdur. Meleklerin “irade” kavramından muaf tutulduklarını da düşünürsek; Mikâil’in “uygulayan” değil, “uygulatılan” olduğu kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Benim bir önceki yazımdaki erek; mecaza kaçmaktı, gerçeklerden kaçmak değil! Ben “Mikâil’in arza uygulamadığı bir tarzda” derken, mecazi bir mevsimden bahsettiğimi, gerçek anlamda tabiat olaylarından bahsetmediğimi bu ince çizgiyle belirlediğimi sanıyordum. Her ne kadar Yusuf Kabak ve Ufuk Şen yorumlarıyla bu ince çizgiyi kalınlaştırdılarsa da, ben yine de konuyla ilgili bir açıklama yapmak istedim.
İçimde bir meraktı; uyandı! Acaba Haluk Amca kendisinin kaleme aldığı “Gurbet Türküsü” adlı şiirinde,
“Kaplamış semayı hüzün bulutu,
Yağdırır hasreti, sellenir gider.”
derken, doğaya karşı bir başkaldırışı amaçlamış mıydı? Buluta hüznü yükleyen, bu hüzünlü buluttan hasret yağdıran, bununla da yetinmeyip, yağan hasret yağmurundan hasret seli oluşturan, sanırım Mikâil değildi. Bence bütün bunların tek sebebi, Sayın Pektaş’ın bulutlara olan mecazi bakışı idi, tıpkı benim “Beşinci Mevsim”e giydirdiğim mecaziyet gibi. Yoksa ben doğaya baş kaldıracak kadar ne yağmur yağdırdım, ne de şimşek çaktırdım! Fakat Sayın Pektaş’ın oluşturduğu “Beyin fırtınası” bilmediğim iki kelimeyi ayağıma kadar getirdi; sayesinde kelime hazinem iki sözcüğü daha kazandı. Bütün bunların dışında, değerli Haluk Amca’nın duygusallığım karşısındaki endişesini de anlayabiliyorum. Ancak sıfır noktasından başlatacağım herhangi bir amûdî yükselişimin, mahrûti bir kırılma yaşamayacağı kanısındayım.
Değerli okuyucular;
Söz sanatları; teşbih, mecaz, istiare, mübalağa gibi bir çoğumuzun bildiği çeşitli sanatlardan oluşur. Bu sanatların şiirde ya da herhangi bir edebi yazıda icra edilmesi, o eserin eser olmasındaki başrol oyuncularıdır. Biz de, yazılarımızda veya şiirlerimizde zaman zaman bu “Söz sanatları”nı icra teşebbüsünde bulunabiliriz. Nitekim gerçekleşmesi mümkün olmayacak herhangi bir olay; mübâlağalı (abartılı) bir şekilde, bütün imgeselliğiyle karşınıza çıkabilir kurduğumuz mecazi cümlelerde. Konuyla bağıntılı olarak söz sanatlarına bir örnek vermek gerekirse; -özellikle mecaz hakkında- Haluk Pektaş’ın bir önceki yazıma yapmış olduğu yorumu geldi aklıma. Yorumunun sonunda: “Mikâil’in sahibine emanet ol” diyordu Haluk Amca. Bence burada mecazın bir başka türü olan çok güzel bir Kinaye Sanatı kullanılmış. Bu kinaye yüzümde tebessüm oluşturdu; keyiflendim açıkçası. Lakin Haluk Pektaş gibi bir deryanın, beni kendine muhatap alması ve beni kendisine muhatap kılması, gururdan arınmış katıksız bir onurdur benim için…
Ve ufkumuzu açan Ufuk Şen… Önceki yazımın hedefini “On İkiden” vuran adam… Genç şairin yazıma yaptığı yorumda; Beşinci Mevsim-İkinci Bahar örtüştürmesi, konuya kendi ismini tecelli ettirmesi gibiydi…
Baba Yusuf ; Yusuf Kabak ise “Beşinci Mevsim”in isim babasıdır zaten. Haftalar önce ayaküstü bir görüşmemizde “Ya Yusuf Abi, sen adını koydun ama, hâlâ Ezânını okumadın beşinci mevsimin” demiştim de, “dur baklalım daha zamanı var” dercesine gülmüştü yüzüme, suskunluğunu bozmadan… Gün, o günmüş meğer; yaptığı yorumla tüm şahin avcılarını davet ediyordu sanki “Beşinci mevsim”e, yorumundaki o ezâni seslenişiyle…
Ve en nihayetinde Üstât Naci; Ahi Naci… Bir ekol… Hani derler ya; “her insanın gönlünde bir aslan yatar” diye… Gönlümün kuş tüyünden yapılma yastıklarında yatar yıllar öncesinden beri; yumuşak yüreğimdeki yumuşacık döşeğini, başkasına kaptırmama savaşımı sanki bütün eserleri… Haklı bir “had-hudut” meselesine girmiş yorumunda haddimi bildirircesine; acaba kendisine olan sevgimin, hadden de huduttan da uzak olduğunun da farkında mıdır? Bilmem… bilemem…
İşte böyle “Beşinci Mevsim” Sakinleri;
Bir önceki yazıma gelen yorumların ardından beynim böylesine büyük deryalarla boğuştu işte. Zaman zaman boğulmaktan korktuğum anlar bile oldu bu süreçte. Öyle bir süreçti ki bu; derya dalgalarının etkisiyle dibe vuruşlarım ve yukarıya çıkışlarımdaki nefes alışlarım çok yordu beni. Ancak bu girdabın içinde bile yaşadığım güzel anlar yok değildi hani.Lakin bilgi bakımından deryaları andıran bu değerli yorumcuların edebi eser niteliğindeki yorumları; fikirleri -kendilerinin üzerinde yansıma bulan- bir yakamoz estetiğinde idi. Bu yakamoz seyre değerdi. Ve belki de dudaklarla seyredilebilecek tek yakamoz resmiydi bu. Mukayese yapılacak olsa, böyle büyük deryaların yanında ben ancak nehir olabilirdim. İşte bu bağlamda, nehirlerin öncelikli amacının deryalara ulaşmak olduğunu düşünürsek; benim de deryalara ulaşmak adına epeydir süregelen coşkun çırpınışlarımın sebebi daha iyi anlaşılır herhalde...
Değerli Taraklı Ajans okuyucuları;
Bu seferki yazımın uzun olmasından; bu uzunluğun, o söz verdiğim şiirimi yayınlayamayışıma sebep oluşturduğundan ötürü affınıza sığınarak özür dilerim. Zaten bu gün biraz fazla dövdüm klavyemi.
“Beşinci mevsim” nehrinin üzerinde esen deli rüzgârın , sizi bir sonraki yazımdaki akışa sürüklemesi dileğiyle hoşçakalın.
Allah’a Emanet Olun…
#