Rama(zan) !
Yaşantımı bilenler varsa, herkese öyle fetva verecek, din konusu hakkında bilgi verebilecek ne donanımdayım, ne de konumdayım… Hani şöyle bir “toplasam” günahlarımı, “burdan köye yol olur” misali! Şu durumda ben köyümdeyim de halbuki! “burası” da nerden çıktı şimdi?..
Aslında “burası”ndan kastım günahlarımın tâ kendisi! Günahlarımın tam ortasındayım yani… Ve günaha girdiğim günden beri, bitmedi gurbetimin çilesi… Girmek ya da gitmek önce size zevk verir ama; özlersiniz sonra terk ettiğiniz masumiyetinizi… Ve sonra çekip-çıkmak gelir girdiğinizin içinden; kolayca çıkamazsınız ki… Günah bu; bağlamıştır size zincirlerini!
Şimdi “günah çıkarıyorsun” demenin var mı bir alemi? Öyle ya, ben “günah çıkarmak” istesem de çıkaramam ki! Ya da günaha: “hadi bizi terk et” demekle, günah bizi terk edebilir mi? Nitekim onun hududlarına giren bizdik değil mi? Şu durumda da, benim günahtan çıkmam gerekmez mi?
Bize şuan zincirlerini takan günahlar, daha biz ona girmeden -aslında- önümüze zincirden bir set germemiş miydi? Biz henüz masumken, günah bizde oluşturmuyor muydu herhangi bir ürperti? Peki bütün bunlara rağmen, neydi günahın hududlarını aşmamızın sebebi? Bu gücü bize kim veriyordu? Ya da bizi masumiyetten kim kovuyordu? Kovan eğer Şeytansa, kim Onu taşlamıyordu? Ve neden “benlik” dediğimiz kişilik, girmekten pişman olduğu bu manevi hudutları aşamıyordu?
Aklıma takılan bir de şu; “günah gurbeti”nin her yerde oluşu…
Nasıl olur da gittiğiniz her yere günah sizinle birlikte gelir? Veyahut -yürüyüp dururken ayaklarınız- nasıl olur da günahı geride bıraka-maya-bilir? Hele bir de “attığın adımlar günahın olsun” diye bir gün(ah) aldıysanız siz; yürüyerek gün(ah)larınızı nasıl terk edebilirsiniz? Terk etmediğiniz taktirde de -bu günahı- nasıl içinizden çıkarabilirsiniz? Ki gün(ah)a giren sizdiniz!
“AH” almak; “günAH” almak… Almadan verebilen sadece Allah… İşte ben de -gün(ah)ı almam bakımından- aldığımı verebilir miyim? Aldığım olumsuzlukları olumlu bir hâle çevirebilir miyim? Ya da şöyle sorayım: aldığım herhangi bir “beddua”yı -verirken karşı tarafa-, “dua”ya dönüştürebilir miyim? Böyle yaparsam gün(ah)tan çıkabilir miyim? Ya da böyle yaparsam, gün(ah) beni kovar mı kendi hudutlarından? Hani onu “başka şekiller-şemallere sokarak” kızdırabileceğim ihtimali bakımından! Ne olur gün(ah)ı en çok kızdıran?
Ve ben “Allah herkese -misafirine kızabilecek- günahlar nasip etsin” derim! Size kızan günahlarınızın sizi, kendi hudutlarından kovmasını dilerim… Madem ki biz misafir olduk günahlarımıza; şimdiden hazırlıklı olmalıyız kovulmaya…
“Yani ki” günahlardan kurtulmak “günah çıkarmak”la mümkün olsaydı; ardına soru işaretleri takılan cümlelerim bunca sorunun cevabını aramazdı…
Hadi gelin hep birlikte kızdıralım günahlarımızı… Kovulmayı hak ederek elde edelim azadımızı… Hiç olmazsa günahlarımızı kızdırabilmek için bahane edelim “Ramazan”ı…
Nerden de girip açtım bu meseleyi?.. Günahlarımdan çıkamadığım gibi, bu konuya da edemiyorum vedamı! Yoksa bütün bunları yazmak -da- mı günahtı?
Ve ben şimdi bu yazıya “gereksizdi” desem; kızdırabilir miyim yazdıklarımı? Yani yazdıklarım -çok kızdıkları için- beni şimdi kovarlar mı?
Ve madem ki “her kul ermez bu aylara”; kendinizi kovdurun günahlarınıza! Kovdurun ki, “erişebilin” Ramazan’a… Ve “günah” denen “leş”i gömün toprağa… Lakin günah sizsiniz… alışın buna!
Sadece “Ramazan” boyu değil, yaşam boyu kendinizi gömün; yeniden doğun… Hadi şimdi beni de kovun!..
Keza yazdıklarımın hepsi birer “zan”dı… -saçmaladım- ortalık Rama(zan)dı… karnımdan çok, kalbim acıktı!..
Ben mi?
Çok değil yaşım;
Henüz yirmi beş.
Ağır geldi bana,
Taşıdığım leş!...