Zor Zamanda Sevmek Taraklı'yı
Taraklı gibi bir yer, güzel ve şirin belde
Bana düşmez tarifi ne şiir, ne gazelde
Sus! Damla değilken dem vurma deryadan Ufuk!
Pir İşsever anlatsın onu, o tatlı dilde
Son yazımdan bu yana, yaklaşık bir aylık gibi bir süre geçti. Bu yılki tatil programımı yine her yıl olduğu gibi Taraklı için yaptım. Bir kaç gün öncesinden hazırlıklar yaptık, gitmeden önce Taraklıda gezeceğimiz yerlere ne zaman gidileceğine dair bir plan çıkardık. Nede olsa bu sefer yalnız gelmiyorduk, bir arkadaşımızın uzun süredir hayaliydi Taraklıya gelmek ve ailesiyle onuda yanımıza aldık. Ve beklenen gün gelip çattı. ALLAH'ın izniyle yolu çıktık.
Yolda, geçtiğimiz köyleri izlerken birden küçüklüğüm geliverdi aklıma. Adapazarı garında trenden inipte Taraklı otobüslerine nede koşardım! Taraklıya yarım kavuşmanın mutluluğuydu bu. Ama bir yandan da İstanbulda bıraktığım büyüklerim aklıma gelirdi. Taraklıyı hep zor zamanlarda sevdim. Bir yanım sevdada olurken, bir yanım hüzünde olarak sevdim.
Göynük tarafından doğru Taraklıya merhaba derken, yine hayatımın en güzel yıllarının geçtiği, renkli insanlarla dolu bu memleketi zor zamanda sevdiğimi anladım. Sokaklarında, çarşısında veya mahallelerinde yürürken her köşede bir tanıdık yüz ve her tanıdık yüzde bir hatıra olmaması ne mümkün. Manav kültürünün doyasıya yaşandığı, bu serin avlulu evlerden çıkan bir tanıdık yüzün bizlere "hoş geldiniz" demesi veya ilk başta tanıyamayıp "Bunla kim gı?" demesi ne hoş, ne saf ve ne candan değil mi?
Taraklıya vardığım günün ikindi vaktinde Başbakanlık Müsteşar yardımcısı ve Taraklımızın ilk kaymakamı; Sayın Seyfullah HACIMÜFTÜOĞLU beni telefonla arayıp nerde olduğumu sordu. Bende Taraklıdayım deyince, onunda ne zamandır düşüncelerinde olan ve Ankarada sık sık dile getirdiği Taraklıyı ziyaret etme isteği gerçekleşiverdi. İstanbul'dan Ankara'ya dönüşünü Taraklı üzerinden yaptı sayın müsteşarımız. Parktaki restauranta bir öğle yemeğinin ardından, Taraklı Kaymakamlığında beraber çalıştıkları bir kaç personel ve bir kaç Taraklılı ile birlikte Çarşıda Taraklılı hemşehrilerimize merhaba dedi. Çoğu emekli memuru ve esnafıda isimleriyle bildi.
Daha sonraki günlerden birinde uzun zamandır gitmediğim ve her geldiğimde gitmek istediğim Kilhamamı kaplıcasına gittim. Taraklıdaki bu izinimde belkide memnun kalmadığım tek yer burası olsa gerek. Oradaki çalıştırıcılar gerçek sahiplerimi bilmiyorum ama beyefendinin yüzüne baktığımda "İster gel ister gelme" durumu vardı. Ne olursa olsun, orası bir sosyal tesistir. İşletmecinin müşterinin gülümsemesine talip olması gerekir. O gülümsemede müşteride ancak karşılıklı olur. Bu gün otobüslerde bile 6 yaşına kadar olan çocuktan para alınmazken, kaldıki bizler kaplıcayı kullanırken, hiç bir yere bırakamayacağımız ve mecbur yanımızda götüreceğimiz 3,5 yaşındaki kızımıza da ücret ödemek zorunda kaldık. Ama aldığım duyumlara göre kaplıcanın yakınlarında bir sondaj çalışması oluyormuş ve bir termal tesis için kollar sıvanmış. Gerisini siz düşünün. Hani o olaydan öncede, bir haber okumuştuk; "Çocuklar kaplıcada bedava eğlendi" diye, bana artık o haber pek inandırıcı gelmiyor.
Mahdumlar köyünde bulunan alabalık tesislerinede yıllardır gitmemeiştim. Gezdik, kızımla balıkları seyrettik. Tabi alabalık almadan gelmedik. Memleketimizde böyle yerlerin olması çok güzel. Zamanında özellikle iç turizme yönelik güzel bir projeydi bu ve gerçekten de iyi tutmuş.
Hani bazı beldelerde, bazı mekanlarda köşe başları vardır. Ve onlar orası için önem arzeder, merkezdir. Hani hep diyoruz ya Kestane gölgesi diye. Ama yoo! ben ordan bahsetmiyorum. İzzettin KÖMÜRCÜ' nün dükkanının oradan bahsediyorum. İzinimin birinci akşamı sanki protokol oraya akıverdi, sordum İzzetine, "burası her akşam böyle " dedi. Müzik hocamız, Halk eğitim Müdürümüz ve o anda öğrendiğim Taraklımızın Başçavuş Rütbesiyle son bölük komutanı (Bundan sonra Bölük Komutanı Üsteğmen rütbesinde olacak) hep oraya geliyorlar. Ve Taraklının nabzı bir nevi orada tutuluyor diyebilirim. Fevzi bey'in tayini çıktığını da orada öğrendim yine.
Gözlerim Ahi naci İŞSEVER'i aradı hep. Profesör Mehmet ERKAL hocamızdan kuşadasında olduğunu öğrendim. O tatlı diliyle Taraklı yalazasını ondan dinlemeyeli epey uzun zaman oldu. Taraklı yalazası diyorum ama dinlerken güldüren, güldürürken düşündüren ve eğiten yalaza. Onuda ancak naci abi o güzel Türkçesiyle yapıyor. Zaten yukarıdaki dörtlüğümü bu duygularla yazıverdim kendisine.
Hani nemrut dağına çıkıp güneşin batışını seyrediyorlar ya. Uzaklara gitmeye hiç gerek yok. Hisar tepesine çıkıpta Taraklıyı karşınıza aldığınızda sağ taraftan güneşin doğuşunu, akşam üzeride sol tarafa baktığınızda güneşin batışını seyretmek çok keyif veriyor insana.
Mahallemizide mahsun gördüm bu sefer. Neden böyle oldu bilmiyorum ama, mahallemiz eskiden cıvıl cıvıldı, bizler büyüklerimizden aldığımız mirası koruyamadık mı? Zor zamanda sevdim Taraklıyı dedim ya. Gelde şimdi efkarlanma. Büyüklerimiz bizlerin büyüdüğünü gördü. Mutlu oldular, onlar bizlerin cıvıl cıvıl o sokaklarda koştuğunu, geceleri ateşler yaktığını, eğlendiğini gördü. Ama bundan sonra, bizden sonra gelenlerin yüzlerindeki o mutluluğu görememek ne acı.
Bir akşam üzeri Gölpazarından dönerken, yollarda köylülerin ovadan dönüşlerini izledik. Köylerde akşam üstüler bir başkadır. Ellerindeki sefer tasları, heybelerinde sıcaktan bitiremedikleri köy ekmeği, üzüm vs. yedeklerine taktıkları bir kaç sadık dostla köyün yolunu tutarlar. Hele köy birde tepede ise, akşam rüzgarı vurur yüzlerine. Onları seyrederken bunları düşündüm.
Ve ayrılık vakti geldi. Dönüşümüzü Göynük üzerinden yaptık. Taraklıyı ardımızda bıraktığımızda sabahın ilk ışıklarında, yine o hüzün gelip oturdu baş köşeye, Taraklıdan ayrılırken daha bir çok sever, daha bir coşkuyla severim. Ama yapacak bir şey yoktur, gitme vakti gelmiştir doğduğun şehirden doyduğun şehre doğru. Zor zamanda sevmek benim kaderim.
#