Kışkırtıcı Güçler ve Aklın Kontrolü
Sureyi oluşturan bir ayetin ışığı altında yapılacak bir gözlem, bize çağımızın hâkim çizgilerini rahatlıkla görme imkânı verecektir. Genelde dinin ve aklın kontrolünden çıkmış kışkırtıcı güçlerin eseri olan bu çizgiler “yozlaşma, yıkım, karışıklıklar, nerede duracağı ve nereye varacağı bilinmeyen bir kana susamışlık, şiddet, nesilleri tükenişe götüren ideolojik kapışmalar, acımasız savaşlar, ekonomik ve ekolojik dengedeki bozukluklar” şeklinde özetlenebilir. Bu korkunç tablonun gerisinde ise, madde idealine bağlanmış, manevi yönden çökmüş, azgın arzulara tutsak olmuş, yüreğindeki inancı ve hayatındaki güzellikleri yitirmiş hasta benlikler bulunmaktadır. Oysa hayatta aktüel yaptırımın temel kaynağı, Allah’a imandır. Bunun için insan, öncelikle sağlam bir imana sahip olmalıdır. Aksi halde o, açık hata ve yanılgılar karşısında bile kendi gözünde haklı çıkarmaya, kışkırtıcı güçlerin elemanı olmaya ve yanlış yapmaya devam edecektir. Demek ki huzurlu hayatı bozmamak ve tehlikeye sokmamak için, aklın kontrolünde ve imanın ışığında yürümek; aşırı tutkularında esiri olmamak gerekir. Bunun için Kur’an, insana kaba, ilkel ve maddeci bir dünya görüşü değil, tam aksine âlemle uyum içinde kendini açığa vuran derin bir ubudiyet bilinci aşılamak ister.
Dünya hayatı, insan için öngörülen daha yüksek bir varoluş seferinin sadece bir parçasıdır. Bu hayatta maddi başarı, arzu edilir olmakla beraber tek amaç değildir. Bu yüzden insanın arzu ve hevesleri genel anlamda olumlansa da bunların aşırılığa kaçmaması için aklın ve inancın denetimi altında tutulmaları gerekir. Ayrıca kişi ve toplumun olumlu yönde gelişmesi için ihtiyaç vardır. Kur’an’nın amacı, sadece doğru ve takva sahibi fertler yetiştirmek değil, aynı zamanda inançlı, adaletli ve ahlaklı bir toplum oluşturmaktır. Bunun için Kur’an insanları, Allah’ın telkin ve teşvik ettiği her şeyi, hayata geçirmeye çağırır. İslami hayatın gerekliliğinden, doğruluğundan ve büyüklüğünden söz edip de böyle bir hayatı inşa etmek hiçbir çaba göstermemeyi de, en tiksinti verici bir davranış olarak nitelendirir.
İslam, Allah inancına ve kulluk duyarlılığına dayalı bir yaşama biçimi, bilinçle izlenen bir hayat programıdır bunun için o, sadece hayatın manevi yönüyle değil, aynı zamanda günlük ve dünyevi yönüyle de ilgilenir. Çünkü hayatın hiçbir yanı, İslam’ın dışında kalacak kadar önemsiz ve değersiz değildir. Huzurlu ve ahlaklı bir toplum oluşturmanın önündeki en büyük engel, aşırı arzular ve putlaştırılan tutkulardır. Bu engeli, inanç bunalımı yaşayan her kişi ve topluma genellemek mümkündür. İşte bunun için Kur’an, insanın kendisiyle hesaplaşmasını sağlayacak bir irade eğitimi istemiş, hayatın tamamını kollayıp gözen muktedir bir Allah inancı getirmiştir. Bundan maksat, insanı Allah’ın bildirdiği kesin ve genel kurallara uymaya çağırmak, onu aşırı tutkular karşısında özgürleşen ve isteyerek Allah’a teslim olan bir varlık haline getirmektir. Çünkü insanı, nefsinin kötü temayüllerini önleme becerisini ve başarısını gösterdiği zaman gerçek kurtuluşa erecektir.
Sonuç olarak insanın İslam’dan kaçıp, arzularına tapması, delilikten bir parçadır. Ve onun zavallılığının ulaştığı son noktalardan biridir. Oysa insanın onuru ve huzuru, Allah’ı bilmede ve o’na teslim olmadadır. Öyleyse insan, ilerideki büyük sevinç için bugünkü çileyi omuzlamalı ve Allah’a kulluk görevini de başarıyla tamamlamaya çalışmalıdır. Ne mutlu Allah’ karşı görevlerini başarıyla tamamlayabilenlere, ne yazık Müslüman’ca yaşamak mümkünken İslam’dan uzak kalanlara!
Not: Âdiyat Suresi Mekke Dönemi (11 ayet) ten genel tespitler...