Başucunda Kurumuş Yaprak (Doğan Er)
Hala çınlıyor kulaklarımda Fatma’nın ‘babama ben kapıyı açacağım’ deyişi, camdan ayrılmazdı, yüzü hep yola dönük olurdu hava karamaya başladığında, annem mutfakta sofra hazırlarken, adedimizdi, babamın kuralı idi ‘yemek hep beraber yenecek’ derdi. Fatma ise camdaki yerini alır babamın gelmesini beklerdi. Ben ödevlerimin başında dakikada bir sorardı abi daha var mı babamın gelmesine? gözünü kırpmazdı gelişini kaçırmamak için evimizin karşısına denk gelen ağaçlı yoldan göründüğünde ise başlardı zıplamaya ne büyük mutluktu bu onun için gözlerindeki parıltıyı görür mutluluğunu kıskanırdım. Bugün bile ağaçların birkaçı duruyor. O ilkbahar günlerinde ağaçların içinde yürümek bize yemyeşil evde olma hissi verir, ne kadar koştururduk Fatma ile. Sırılsıklam eve dönerdik, yazın ise hiç güneş görmez sığınağımız olurdu yol sonbahar da ise ayrı bir güzeldi, bir akşam bende babamla geliyordum yağmura yakalanmıştık su damlacıklarının bu kadar ahenkli yapraklarla buluştuğunu sızılarak toprağa dökülüp doğduğum yere geldim der gibi hüzünlü şarkılar mırıldandığını ilk o an tanık olmuştum. Bugünde nilüfer in şarkısını dinlerken aklıma gelir
Caddelerde rüzgâr
Aklımda aşk var
Gece yarısında eski yağmurlar şarkı söylüyorlar
Sessiz usulca
Özlediğim şimdi çok uzaklarda
Çok özledim hem de, o zamanlar kıskansam da, hiddetlensem de hiç babamın kucağından inmiyorsun diye, şimdi özlüyorum. Babam geldiğinde kapıyı açar, kucağına atlar elerini babamın boynuna, bacaklarını beline dolar sımsıkı sarılırdın dakikalarca, biz annemle sığıntı gibi yanınıza gelir, babama bir hoş geldin öpücüğü vermek için fırsat kollardık. Ne büyük seramoni idi, ailecek sabah kahvaltıları, akşam yemekleri bazen hiç sofradan kalkmak istemezdik, hele babam hiç, beklide ailesine tüm zorluklara rağmen ekmek getirmenin mutluluğu ile aile reisi olma unvanı ile göğsünün kabardığı dakikalardı. Fatma ise babamın gözlerinin içine bakar yemekte, yarışalım baba kim önce bitirecek, bak yine geçtim derdi, her akşam aynı sahne yaşansa da alınan keyif ve mutluluk bir önceki akşamdan daha büyük olurdu.
Dört kişilik küçücük ailemizin direği ise annemdi, nasıl yapardı bilmiyorum ama her gün değişik bir sofrayla karşımıza çıkar, tüm hünerlerini döktürürdü mütevazı mutfağımızda. Aldığımız zevki hissederse gecesi iyi geçerdi, ama biri canı istemeyip yemezse kırk defa sorardı beğenmediniz mi diye, gerçi beğenmemekte mümkün müydü? Annem her zaman mükemmel olurdu. İki odalı evimizi bize saraylar yapmıştı annem, küçük bir ev ama her köşesi dopdolu, eski ama sıcacık, yaşanası yuva yapmıştı annem.
Fatma babamın kucağından uyku ile buluştuğu zaman ayrılırdı. Babam yavaşça yatağına yatırır, işte o an bana doyasıya sarılır, sonbahar kokusunu, kurumuş yaprak kokusunu içeme çekerdim, şimdi yerde kurumuş bir yaprak görsem, utanmadan elime alır, tekrar sana o yer minderinde sarılır gibi, yanaklarımı yanaklarına değdirir gibi, ellerinle saçımı okşadığını hayal ederim. Bir tek sana özel, tek senin kokundu o baba, sonra yatağıma yatar sizin annemle sohbetleriniz bana o yağmur şarkılarını hatırlatır ninnim olurdu.
Bu akşam küçük kızımı yatağına götürürken, aynı Fatma gibi bacaklarını belime doladı elleri boynumda sımsıkı sarılmıştı bırakmamacasına, onu yatağına yatırdım, üzerini örterken büyük kızımın başucunda gecen sene annesinin aldığı küçük minyatür ağacı gördüm ilk defa. Tam başucuna koymuştu ve dökülen kurumuş yapraklar atılmamış saksının yanında duruyordu.
#