Cumhuriyet İdeolojisi ve Devlet-Toplum İlişkisi -2
1920’li yıllardan başlayıp 2000’li yıllara kadar uzanan siyasi sürecin geçirildiği evrelere bir göz atacak olursak genel olarak şu gerçekleri tespit edebiliriz:
Cumhuriyet Türkiye’sinde gerçekleştirilmeye çalışılan reformlarla temelde üç şey hedeflenmişti. Bunlar, ulusal bir kimlik, siyasal bir yapı ve bu yapıya uygun kurumsal yapılanma. Ulusal kimlik, Anadolu Türklüğü; siyasal yapı cumhuriyet olarak kabul edilmiş, modernleşme yolunda da önemli kurumsal yapılanmalara gidilmiştir2. Ancak, değinilen alanların hiç birinde tam anlamıyla başarı sağlanamamıştır.
Cumhuriyet arifesinde, sultan merkezli olduğu iddia edilen siyasal sistemin cumhuriyetle demokratikleştiği söylendi; Ancak pratikte demokratik değil, bürokratik bir siyasal yapıyla karşılaşıldı. Çünkü siyasal sistemin iktidar mekanizmalarını entelektüel bürokrat kesim ele geçirdi.
1940’lı yılların sonuna kadar siyasal konumların dizginlerini elinde tutan devletçi elit, anılan süre içinde sivil unsurun gücünü kırmaya ve onların siyasal yaşam içindeki direnç noktalarını zayıflatmaya çalıştı. Sonunda giderek güçlenen bir devlet ve onun karşısında oldukça zayıf kalan bir toplum ortaya çıktı. İmparatorluktan cumhuriyete geçilmiş olmasına rağmen başlangıçta sadece siyasal işlemler ve aktörler değişti. Sivil toplumun güdük kalmasından dolayı da vatandaş, devlet karşısında hayli etkisiz bırakıldı. Zaten Türk siyasal deneyiminde vatandaş haklardan çok sorumluluk taşıyan birey olarak yerini almıştır. Mevcut siyasal yapı içinde vatandaş ne gerekli özerk alana ne de devlet karşısında yeterli bir kontrol ve denetim mekanizmasına sahip olabilmiştir.
Harf devrimi, Türk toplumunu batılı ülkeler arasına sokarken aynı oranda kendi tarihsel birikiminden ve öz değerlerinden kopardı. Milletin değerlerine ve ülke gerçeklerine göre değil de başkalarının eğitim anlayışlarına göre yetişen vatan evlatlarının bir bölümü, kendi değerlerine ve tarihine karşı çıkacak kadar yozlaştırıldı. Onlar dilde, dinde, sanatta ve millet varlığı karşısında büyük olumsuzlukların yaşandığı bir devrin yetimleri olarak yetiştirildiler. Eğitim alanındaki sorunlar, bugün de çözülebilmiş değildir. Tam aksine devam etmektedir. Sorumsuzluk ve asaletsizlikle birleşmiş bir salgın, bu nesli zehirlemektedir. Okullar, büyük ölçüde genç nesilleri iyi eğiten ve onları faydalı bilgilerle donatan yerler olmaktan çok sadece diploma dağıtan bürolar haline getirilmiştir. Okullarda ders kâbus halini almış, diploma arzusu istikbal endişesi ile çekilmesi gereken bir çile kabul edilmektedir. Çünkü eğitim kurumları ilim ve fikir dışı uğraşlar meşgul etmektedir. Bugün bilgi ve düşünce üretme kısırlığının temelinde büyük ölçüde bu nedenler yatmaktadır.
Hilafetin kaldırılmasına demokrasi açısından beklenen yararı sağlayamamıştır. Bunun nedeni hilafet ve saltanatın kaldırılmasıyla egemenliği millete taşıyan somut bir mekanizmanın geliştirilmemiş olmasıdır. Hilafetin lağvedilmesiyle birlikte demokratik rejim harekete geçirilemediğinden gerçekte egemenlik hakkı millete değil, bizzat devlete ve onun adına iş gören elit kesime geçmiştir. Benzer sancının bugün hala yaşanıyor olması sorunun halen devam ettiğinin göstergesidir.
Devam Edecek…