Endişe
“Dem bu demdir/ dem bu demdir/ dem bu dem” diyen şair, bunu hangi amacın gerçekleşme vakti adına söylemiş olursa olsun, biz burada yazmanın demi kaçmadan kolları sıvayıp ‘dem bu demdir’ diyerek yazı endişesine kapı aralıyoruz.
Kimsenin kapısını açmıyoruz. İzinsiz, kimsenin kapısından içeriye girmiyoruz. Hele kapı ağalığı, kapı kâhyalığı hiç yapmıyoruz. Kendi kapımızı size açıyoruz. Kapımızdan çıkacak her şeyin sorumluluğunu kendi üzerimize alıyoruz.
Kapımızı açmamızın sebebi nedir? Endişe… Evet, endişelerimiz bizi yazı yazmaya kışkırttı. Nedir bu endişenin mahiyeti? Mevlana, hâl-i pür melâlimize tercüman olur sanırım.
“Kardeşim! Sen hemen endişeden ibaretsin; bunun haricinde et ve kemiksin! Endişen gül olursa sen de gül bahçesi olursun; diken olursa çalılık ve dikenliksin.”
Mevlana’nın “bunun haricinde” dediği “et ve kemik” zaten toprak olacak. Geriye kala kala endişemiz kalıyor. Gül ve diken arasında bir tercihte bulunmaksa Sahaf Kadrican abimin tabiriyle “doğru tercih yapmak” ta düğümleniyor. Zira zaman bozuk bir düzende akıyor.
Muallim Naci ise:
Lâkin endişe eyleyin ki zaman
Bozacaktır bu intizâmı heman
diyerek kadîm tarihi bir gerçeğe veya işleyen genel bir prensibe işaret ederken biz de insan madem zamana karşı ziyandadır, o zaman ‘sermayesi buz olan adamın pazarı acele etmektir’ mantığınca Yunus gibi bir kefen alıp mezara girmeden önce endişelerimiz üzerinde yoğunlaştık.
Fakat endişemiz, zamana uyduğunda, onunla hemhal olduğunda, buzdan şatoların, malikânelerin, sarayların, senatoların, fabrikaların, orduların, okulların, hollywoodların, bankaların, yazlıkların, ciplerin, yalıların, yakutların, elmasların, altınların, taht u taçların… maddenin su haline dönüşüp mükemmel çevirimle gaz olup atmosfere karışacağı gibi uçup gideceğine inanıyoruz.
Şiirle başlamış bu yazıyı da yazının tam ortasına oturacak merhum Ziya Paşa’nın şu mısralarıyla bitiriyoruz:
…
Yani vakt-i imtihandır şimdicik
Arz-ı dîdâra zamandır şimdicik
Aç yüzünden zülfünü gitsin hicâb
Sevdiğim ya doğ ya doğsun âfitâb
Mustafa ÖZBİLGE