Konferanstan...
Zaman bu; durur mu? Bozuk bir düzende de olsa akmaya devam ediyor; durmuyor.
“Taraklı’da dün-e, bugün-e, yarın-a” dair konferansı yazmakta geciktiğimin farkındayım. Fakat zaman hızla geçerken; ben geçmekte, gecikmekte haksız mıyım?
Lakin geciksem de değinmeden geçmeyeceğim.
Evet, zaman geri dönemez. Ama bu bizim geçmişe dönemeyeceğimiz anlamına da gelemez! İşte ben de bu yüzden geriye dönmekte bir sakınca görmüyorum. Hadi siz de benimle birlikte geriye dönün şimdi. Hatırlayalım geçmişi…
O geceki konu daha ziyade “geçmiş”ti zaten. Yani Taraklı’nın “dünü” konuşuldu daha çok.
Konferansa konuşmacı olarak katılan Prof. Dr. Mehmet Erkal, geçmişte bıraktığımız Ahilik Teşkilatı’nın çeşitli zanaatlarımızı muhafaza ettiğinden; daha sonra Ahilik Teşkilatı’nın ortadan kalkmasıyla, bu zanaatların modernizme yenildiğinden bahsetti. Ve ne şekilde tüketim toplumu haline getirildiğimizi -zamandan haber veren saatle- örneklendirdi:
“Kolumuza taktığımız saati ‘su geçirmeziyle’ değiştirdik önce. Ardından ‘10 metre derinlikte su geçirmez’ olanından aldık. Buna 10, 20, 30… derken ‘60 metre derinlikte su geçirmez saat’i alana kadar devam ettik. Değiştirdiğimiz her saat için liralarca para verdik. Sanki
Tam da “zaman”ı konuştuğumuz bir gecede “saat”ten yakınan Erkal, ne de güzel yakaladı “modern zaman”ın kapitalist söylemlerini… Lakin denizde
Mustafa -kısaca- dedi ki:
“Osmanlı’nın çöküşüyle Taraklı’nın çöküşü eş-zamanlıdır. Osmanlı’daki ‘Mahalle Teşkilatı’nın dağıtılmasıyla gelenek pasifize edilmiştir. Eskiden mahallelinin oluşturduğu ‘Avarız Sandığı’nda toplanan paralarla, halk kendi bekçisini, kendi çöpçüsünü kendi parasıyla istihdam ederek kendi mahallesini kendisi yönetirdi. Ayrıca bu sandıkta toplanan paralarla çeşitli alanlarda yardımlaşabilen bir mahalle vardı… Mahallede işlenen bir suçun faili bulunamadığında bundan bütün mahalle sorumlu tutulurdu. Nitekim suçluyu saklamak kimsenin işine gelmezdi. Böylece oto-kontrol sistemi kurulmuş olurdu. Devletin özelimize kadar giren kontrol mekanizmalarına da gerek kalmazdı… Eskiden yolda yürüyen birine ‘nereye’ diye sorduğunuzda: ‘mahalleye’ derdi. Şimdi sorsanız: ‘eve’ diyecektir… İşte bireyselleşerek savunmasız kalan bir toplumun da değerlerini kaybetmesi kadar doğal bir şey yoktur.”
Mustafa derine inse de saatlerimiz durmadı tabi! Çünkü kollarımızda derinlikten etkilenmeyen saatlerimiz vardı. Mustafa’nın söylemiyle: ‘Zaman -hâlâ- bozuk bir düzende akıyor’du. Hepimiz de tüketim toplumunun bireyleriydik artık…
Nitekim dün mahalleden bir arkadaşı gördüm; kolundaki saati de. En pahalısından hem de… Tam 325 lira para saymış... Saat ‘modern bir düzen-eğe sahip’miş; kola uyguladığı titreşim sayesinde insanı uyandırmakta çok etkinmiş… Ramazan davulu da neymiş? Ona göre, bu ilkel uygulamadan vazgeçilmeliymiş!
Konferansta değinilen “temcit” geleneğini hatırlayınca, “davul” geleneğinin de rafa kaldırılıp müzelik edilebileceği çok zor gelmedi bana.
Ve Mustafa’nın son sözleri geldi aklıma:
“Aslan hayvanat bahçesinde aslan değildir. Aslan ormanda aslandır. İşte Tarih de yaşayan bir canlıdır. Müzeye konulup, bakıp geçilecek bir şey değildir tarih...”
Mustafa ettikçe bütün değerlerimizi rafa kaldırdık. Mesela “Yalaza” da kitap-lığın rafında artık… Sohbetimizi bölen televizyon “Yalaza” kültürümüzü de yok etti.
Ahi Naci İşsever, kitabında: “Taraklı, açtığımız ‘yeniçağda da’ sağ kalacak kudrete sahiptir” deyip bu kudretin “yalaza” ile ilişkili olduğunu söylüyor. Fakat “yalaza” modern çağa yenildi gibi…
Ve yine Naci İşsever diyor ki:
“Yalaza: İlahi öğretinin kapsadığı alanda, ‘vahyin önerdiğini tamlayan’, halkımızın kendi hadisi ve soluduğu hadiselerdir…”
İşte Mustafa da, ilahi öğretinin kapsadığı bir alanda solumadığımızdan olacak “vahiy toplumu” olmamız gerekliliği konusunu hatırlattı. Konferansa ilk kez konuşmacı olarak katılmasına rağmen başarılıydı.
Mustafa konuşmasındaki rahatlığının sebebini, Prof. Dr. Mehmet Erkal’ın yamacına sığınmışlığına, düştüğü anda kendisini kolundan tutup kaldıracağından emin oluşuna bağladı. İkisinin de konuşması adeta “dünün” ve “bugünün” fotoğrafıydı. Keşke vahiyle “yarını” resmetme şansları da olsaydı!
Fakat dediğimiz gibi:
Zaman hâlâ ‘bozuk bir düzende’ akmaya devam ediyor. Hâlâ tüketim toplumunun bireyleri olarak ‘modern düzen(ek)lerdeki’ saatlerin titretip uyandırmasını bekliyoruz bizi.
Vahiyle titremeden uyanılmaz ki!..