Yunus Paşa’nın Saati
Yunus Paşa’nın Saati
Ben bu camiye, saatleri ayarlama enstitüsünün mümessili olarak atanmış maişet düşkünü, Tanzimat yenileşmesi, Cumhuriyet yerleşmesi bir Tik-Tok değildim.
Sarkacımın üzerine yemin ederim ki Müslüman Saati’nin zembereği boşaldığında, ben içeri girmiş bir Frenk ajanı olarak algılanabilirdim. Fakat bu camii bana imanı sevdirdi ve Müslüman kıldı beni.
Evet, Müslüman Saati değildim, olamazdım da… Çünkü çoktan yitmiş, yitirilmiş bir sevgilinin, geri döndürülemez imkânsızlığıydı O.
Ama yine de Müslüman’ın bana vermiş olduğu önemdendir ki mihrabın yanına yerleştirildim. İmanı, mekanizmamın en uç noktalarına kadar hissettiren şey Müslümanların bana gösterdikleri ihtiram idi.
Mihrap, sevgilimdi.
Beni kuran parmakların gecikmişliğine aldırmaz, gücümün son dişlisine kadar gayret kemerlerini kuşanırdım. Vakt-i salâ gecikmesin… Vaktin çocukları, vakte ehemmiyet verir, kaybettikleri Müslüman Saati’nin ruhunu hissedebilmek için nazar-ı dikkatlerini bana celb ederler diye düşünürdüm.
Ne kadar yanılmışım…
Giden Müslüman Saati’ne yaklaşmak aptalca bir rüya imiş bende. Karşımda duran belde, kafasını kum saatine sokmuş vaktin girmesini bekliyormuş.
Secdede tutuşturamadığı gönlünü, rükuda ferahlatamadığı kalbini, amuda kaldırılmış Klima’dan bekliyormuş.
Akrebim yelkovanın üstüne çıksın, zembereğim atsın, fânusum kırılsın, ahşabım tutuşsun, sarkacım düşsün; her bir rakamım pul pul dökülsün, Saat be saat, an be an yok olayım.
Ben Yunus Paşa’nın fosilleşmiş saati… Beni bu camiden dışarı atın!