Nöbet
NÖBET
Uykusuzluk nöbetleri başlayalı henüz 2 yıl 4 ay 23 gün olmuştu. Nerden mi biliyorum; saydım! Duvara değil kalbime atıyorum çentikleri. Her çentik yara acarken bedenimde, ben sana verdiğim ipoteklerin bedelini ödüyorum zamana. Yalnızlığın zifiriliğinde boğulurken bedenim, mermer saraylara hapsediyordum benliğimi. Son yazım oluyorsun ve ben yanıyorum. Beden değil yanan ruhtu ve ben hep gidene yazmıştım yazılarımı ve hep platonikti yazılarım… Bu son demiştim sana, sonra son kez susmuştun karşımda. Bakamıyordun yüzüme, gözlerime. Bense kemiksiz sevdalara inat bakıyordum gözlerine. Her ne kadar sen kaçırsan da gözlerini seni bulurum diye dalıyordum derinliğine… Bu son bu son, bu SON…
Kal demeyeceğim artık, bekleme bunu benden; çünkü bu kez ben terk ediyorum. Buğulu camlara yazma sırası sende. Sen yazacaksın sıkıntı zikirlerini ve ruh yangınlarını “ Sen bakacaksın çocuk gibi ağlarken ardımdan ve sen unutmayacaksın arkama bile bakmadan gidişimi…” Nefesin batarken ciğerlerine, yalnızlığı çekeceksin içine. Bir kere de sen zamana söveceksin beni sana getirmedi diye. Akıntıya karşı çekeceksin kürekleri beni unuttuğunu sanıp. Her mevsim sonbaharı yaşayacaksın, her mevsim yaprak dökecek gönlündeki ağaçlar ve sen o yaprakların arasında yalnız dolaşacaksın. Çiğ düşecek günlerce, gecelerce gönlüne ve sen üşüyeceksin yalnızlığın zemherisinde… Sigara dumanında arayacaksın dermanı… Velhasıl GİT(me) diyeceksin…
“ Vakit tamam seni terk ediyorum”, sana gitme demeyeceğim; çünkü ben gidiyorum. Yaralarımdan kanlar aka aka gidiyorum. Sana dair bütün hesaplarımı kapatarak gidiyorum. Bütün bedelleri ödüyorum yalnızlığa ve aşka dair. Dökülen yaprakları ezerek gidiyorum. Yalnızlığın zemherisinde donarken ruhum, uyumak istiyorum ölümüne uyumak. Vakit tamam artık seni terk ediyorum. Bu sondu ve bu SONUM…
AÇIKLAMA: sizlere özür borçluyum; önemli bir sebepten dolayı uzun süre ara verdim yazılarıma. Kırık dökük cümlelerimi ve ağır aksak yazılarımı takip eden herkesten özür dilerim. Muhabbetle, Eyvallah…