Delinin Gözyaşı
Hafiften kafasını kaldırdı ve geriye doğru baktı acıdan iyice küçülmüş gözleriyle. Çocukları gördü orada. Etraftan yetişenlerin yanında çok güvende gözüküyorlardı. Sonra elleriyle vücudunu yokladı. Kanlar içindeydi, ama acı hissetmiyordu. Kıpırdayamıyordu da. Bir an sanki zihinsel özürlü olmadığını hissetti. Yolun sonuna geldiğini düşündü ve yolun sonunda aklının yerine geldiğini anladı. Sevindi birden, “Allah’ım aklımı bana verdin. Ve yerde kanlar içinde yatan iki kurt a takıldı gözleri. Dalıp gitti sonra.
O, köyünün, aklı yerinde olmayan, herkesin deli diye dalga geçtiği bir insandı. Hafif aksardı yürürken. İnsanlar ne verirse onu yer, onu giyer ve hep gezerdi kimseye zarar vermeden. Bir gün bir parkta sandalyede, bir gün bir dere kenarında çimlerin üzerinde uyur kalırdı. Kalbinde kötülük yoktu hiç ve bilmezdi de kötülüğün ne olduğunu. Onu yaratan ona akıl vermediği gibi kötülük yapma inisiyatifi de vermemişti. Şen şakrak birisiydi. Bir müzik duysa oynamaya başlar, seyredenleri gülmekten kırar geçirirdi. Çok takılırlardı ona. İnsanoğlu işte, yeter ki birinde bir özür görsün, ya dedikodusunu yapar ya da dalga geçer. Anlamazdı aslında kendisiyle dalga geçildiğini. Bütün köylü onu hor görür deli derlerdi. Müzik açar oynatırlar ve kahkahalarla gülerlerdi. O garip hiçbir şeyden habersiz hep gülerdi. Bazen kızar, küfür ederdi ama bilmezdi. Hayatın ona çektirdiği acılar nasırlaşmış ellerinden ve kırışmış yüz hatlarından belliydi. Ama o acıyı da bilmezdi. Bıçak hastasıydı. Çeşit çeşit bıçak taşırdı üzerinde. Bazen çok kızınca çeker bıçağı kovalardı kendisini kızdıranı. Ama zarar vermezdi hiç kimseye. Gariban bir insandı işte Zübeyir.
O gün dere kenarında gezerken iki kurt un çocukları sıkıştırdığını ve saldırmak üzere olduğunu gördü. Hiç düşünmedi, en büyük bıçağını çektiği gibi topallaya topallaya tüm hızıyla oraya koştu ve atladı kurtların üzerine. Büyük bir boğuşma başladı. Kurtları öldürdü Zübeyir ve bitkin bir vaziyette bir ağaca yasladı sırtını.