Hak Yolcularına Müjde
Bu ayetlerde, hakkın temsilcileri ve tebliğcileri olan peygamberlere, Allah'ın ezelde verdiği yardım ve zafer sözü dile getirilmekte; hak yolcularının ve ordularının mutlaka galip geleceği müjdelenirken inkârın ve inkârcıların sonunun çok kötü ve feci olacağı uyarısı yapılmaktadır. Bu kural Allah için olan her davada her zaman geçerli olmuştur, bundan sonra da geçerli olacaktır. Çünkü Kur’an hakkın bâtılı yeneceğini, bâtılın hak karşısında yok olup gideceğini haber vermiştir. (Krş. İsra 17/ 81; Sebe 34/ 49) Öyleyse önüne hangi engel konursa konulsun bu dava, yoluna devam edecek, başında olmasa da sonunda zafer mutlaka peygamberlerin ve onların izince giden müminlerin olacaktır. Zira ezelde verilmiş olan bu söz, ebede kadar geçerlidir. Gerçi bu vaadin tecellisi, insanların kısa ömrüne kıyasla biraz geç görülebilir; ama bu söz asla değişmez, er veya geç mutlaka gerçekleşir. Ancak beklenen zaferin, Allah'ın takdir ve yardımından, fikirlerin olgunlaşıp şartların tamamlanmasından sonra geleceğini unutmamak gerekir.
Peki, “Allah'ın bu ezeli vaadi, verdiği zafer ve yardım sözü gerçekleşmiş midir?” şeklindeki bir soruya, cevap evettir. Çünkü bu umumi ve temel kaide, dünyanın her tarafında çağlar boyu değişmeyen bir kural olarak işlemiş; inkârcıların bir yığın engeline, inanan insanlara uyguladıkları şiddet, baskı ve işkencelere rağmen, sonunda hak ehli zafere ulaşmıştır. Gerçi çok uzun süren ve çetin geçen bu mücadele sürecinde hak davetçileri, hayatın arızi şartlarından, kendi kusurlarından ya da Allah tarafından imtihan edilmelerinden dolayı zaman zaman yenilgilere uğrayıp farklı sonuçlar almış olsalar da, sonunda Allah'ın ezeli vaadi gerçekleşmiş, hak ehli galip gelmiş ve İslam dünyayı teslim almıştır.
Özellikle bu ayetlerin nüzulünden on dört-on beş yıl bile geçmeden dünya, Hz. Muhammed'in peygamberliğinde ve siyasi liderliğinde köklü bir değişikliğe uğradı. İslam idealinin pratik örneği sünnetle ortaya konulunca İslam dünyayı teslim aldı ve cihan ufuklarını aydınlattı. Mekke müşrikleri, önceleri küçümsedikleri ve alay ettikleri Hz. Muhammed'in, Mekke'ye muzaffer bir kumandan olarak girdiğini, Mekke'nin fethinden birkaç yıl sonra da İslam'ın sadece müşrik Arapların şirk sistemini değil, Kayser ve Kisra gibi koskoca imparatorlukları bile devirdiğini gözleriyle gördüler. İman binasının yerine oturup İslami ilke ve değerlerin hayata taşınmasıyla birlikte, doğru bildikleri bâtıl akidelerinin yanlışlığına; devamlı sandıkları devletlerinin de yıkılışına şahit oldular. İslam ise, herkesi kucaklayan evrensel ilkeleri ve değerleriyle insanların kalbinde taht kurup onların tasavvur ve anlayışlarını yönlendirmeye, hayatlarını şekillendirip düzenlemeye devam etti. O, geçmişte olduğu gibi bu gün de üstünlük ve devamlılığını sürdürmektedir. İslam'ın yerini başka beşeri fikir ve ideolojilerle doldurma çabalarının başarılı olamayışı, aksine hüsranla sonuçlanmış olması, onun bütün bâtıl düşünce ve din olguları karşısındaki haklılığını ve üstünlüğünü kanıtlamaktadır. Çünkü hakkı ve hikmeti içeren İslam, evrensel yasalar bütünüdür. Bu yüzden de o, inanç ve yaşayışın, huzur ve barışın, kimlik ve mensubiyetin, kültür ve medeniyetin esasıdır.
Böylesine özelliklere ve güzelliklere sahip olmasına rağmen, geçmişte olduğu gibi günümüzde de İslam ve Müslümanlarla ilgili yanlış değerlendirmeler sürüp gitmektedir. Kimileri onu yeni düşman olarak ilan etmekte, kimileri tehlike ve tehdit olarak görmekte, kimileri de İslam'ın özgün ve etkin biçimde hayata katılmasını tehlike olarak gösterip onun gerçek çehresini karartmaya çalışmaktadır. Nitekim “Siyasal İslam, Radikal İslam ve Militan İslam” gibi nitelemeler bu amaçla ortaya atılmış karalayıcı kavramlardan sadece birkaçıdır.
Unutmamak gerekir ki geçmişte İslam'a karşı çıkan inkârcıların üstünlüğü, sapıklığı ve azgınlığı, sonsuza dek sürüp gitmemiş, alaya aldıkları azap başlarına inince uyanışları çok kötü, akıbetleri de çok feci olmuştur. İslam'a karşı çıkanları şimdi de aynı akıbet beklemektedir. Zira şimdiye kadar niyet ve eylemleri aynı olanların, akıbetleri de hep aynı olmuştur. Ayrıca Allah'a ve O'nun dinine savaş açıp da galip gelen hiç kimse olmamıştır. Öyleyse iş işten geçmeden yanlıştan dönülmeli mutlu bir hayat ve huzurlu bir toplum için herkes üzerine düşen görevi yapmalıdır. Yapılması gereken öncelikli ve en önemli görev ise, İslam'ı kendi ulviyeti ve kutsiyeti içersinde değerlendirip onu hiçbir şeye alet etmeden anlamaya ve uygulamaya çalışmaktır. Bu yapıldığı zaman, Allah'ın yardım vaat ettiği kişi ve toplumlardan olma liyakati kazanılacak, İslam da aslî şekliyle ve kendi insanının eliyle diğer insanlarla buluşma imkânına kavuşup cihan ufuklarını aydınlatmaya devam edecektir. Arzu edilen sonucu, hiç kuşkusuz düşmanların hilelerinden çok müminlerin gayretli ve ihlâslı çalışmaları belirleyecektir. Bu yüzden ayetler, Allah'ın her dönem için geçerli ve gerçek olan ezeli vaadine ve değişmez yasasına dikkat çekerek, müminlere moral vermekte, güven, kararlılık ve iyimserlik telkin etmekte; inkârcıları da kendilerini bekleyen acı ve feci akıbetle uyarmaktadır.
#