Nurullah
Rencîde olur dîde-i huffaş ziyâdan
Ziya Paşa
Şair diyor ki: “Noksan olanlar, olgunluk sahiplerini çekemez; zira yarasaların gözleri de ışıktan rahatsız olur.”
Âmâların ışıktan rahatsız olabilmesi, onlar için bir umuttur. Duyu organlarının hâlâ dumura uğramadığına alâmettir bu. Fakat kendi körlüğüne deva aramayıp, başkalarının gören gözlerine parmak sokmaya yeltenenleri, -böylelikle körlerden müteşekkil bir ülkenin özleminde olanları- sağırlara havale edebiliriz ancak. Birbirlerini en iyi onlar ağırlar.
Binlerce renkli çehre ve binlerce gören gözden rencide olanlar, ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmeye çalışıyorlar. Bilsinler ki: “Allah, göklerin ve yerin nurudur.”
Bütün âlemi meydana koyan, kâinatı gösteren, hakikati bildiren, gözleri gönülleri şenlendiren odur. O olmasa idi hiçbir şey bulunmaz, hiçbir hakikat sezilmez, hiçbir neşe duyulmazdı.
Karanlıktan (zulmet) aydınlığa (nur) çıkaran kimdir?
Gerek hissî, gerek aklî, her çeşit zulmetin zıttı olarak, vicdan ve basîrette ortaya çıkan nur, kimin nurudur?
Cisimlerin üzerine aks eden ziya (ışık), gözdeki (gönüldeki) renk körlüğüne nüfuz edemiyorsa, körlere hiçbir şey açıklayamayız.
Sözlerimizi, gözlerinde özür olan kardeşlerimiz, yanlış anlayıp da buna alınmasınlar; çünkü aynı zamanda âmâ bir sahâbenin (ibn Ümmü Mektûm) aydınlık kalbini anlamaya çabalıyoruz.
Gazâlî: İnsanın bir basarı (görme duyusu) bir de basîreti vardır. Basar, ışığı ve renkleri idrak eden zâhiri (dış) gözdür. Basîret de kuvve-i âkıle (akıl potansiyeli) dir. Ve her ikisi de nurdur, der.
Somut bir misal verelim: Köle pazarında satışa çıkarılan Yusuf'u satın alan Aziz, basiretlidir. Çünkü önceden görebilmiştir Yusuf'taki istîdadı. Şuayip de Musa'yı yanına alarak bir basiret ortaya koymuştur. Tabii sadece bir ileri görüşlülük olarak da karşılayamayız kavramı.
İnsanın basîret nurunda, öyle nurlar vardır ki, bununla: hem kendini, hem idrâkini, hem araçlarını, hem külliyatı (bütünü) idrak eder ve çok derinliklere gider.
Nur, gözden ziyade akla değer bir şeydir. Tabii aklın aydınlığının, basîretli bir kalbin emrinde olduğunu da unutmayalım.
Gözümüzde Güneş’in nuru ne ise, akıl ve idrakimizde Kur’ân’ın ayetleri de öyledir.
Güneş’in diğer cisimlerden istifade etmeksizin dışına nur verme özelliği, Peygamberde daha kuvvetlidir. Peygamber, nuru; diğer insanlardan faydalanmadan (ümmidir-bir beşerden öğrenmemiştir) dışındakilere yayar. Fakat Güneş’in yine de diğer gezegenlerle bir alakası vardır. Nübüvvet (peygamberlik) ise tamamen Allah’tandır.
Halbuki adem, zulmet; vücud, nurdur (yokluk, karanlık; varlık ise aydınlıktır). Buna rağmen varlığının bilincinde olup, varoluşa gözlerini kapamış olanlara ne diyebiliriz: “Bir kimseye Allah nur vermemişse, artık o kimsenin aydınlıktan nasibi yoktur.”
Elmalılı merhum, Allah’ın nur olmasını, onun her şeyi yaratıp (Hâlık), yok olanı da var etmesine (Mûcid) bağlar. Nuru yapan, bu sıfatla sınırlı değil, nurun da üstündedir.
Kafirler küfür taassubu içinde öyle boğulur, öyle bocalarlar ki, bu: “Engin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibidir; (öyle bir deniz) ki, onu dalga üstüne dalga kaplıyor; üstünde de bulut… Birbiri üstüne karanlıklar… İnsan, elini çıkarıp uzatsa, neredeyse onu dahi göremez. Bir kimseye Allah nur vermemişse, artık o kimsenin aydınlıktan nasibi yoktur.”
Kimin boyasıyla boyanıp (sıbgatullah), kimin nuruyla nurlandığımız (nurullah) hususunda, yakın tarihimizde yaşanan sistemli rahatsızlıkların, şimdi iyiden iyiye korkuya dönüşmesi bizi umutlandırıyor. Varsın nar ehli, nur ehlini anlamasın.
“Allah nurunu tamamlayacaktır. Kafirler istemese de.”
Not1: Nurullah üzerinden korku ütopyası üretenlere George Orwell’ın Hayvan Çiftliği’ni, sonra da aynı yazarın 1984 adlı kitabını okumayı tavsiye ediyoruz.
Not2: Herhangi bir topluluk savunulacaksa, öncelikle, o topluluğa mensup olanlardan böyle bir şey beklenebilir. Benim işimse, kavramlarımı (mahremimi) savunmaktır; bir fraksiyonu değil.