Evet ve Hayır, Bir Mânâyı Temsil Eder
Dedem, cevabın; yalnız “evet” ve “hayır” kelimeleri kullanılarak verilebilecek soruları sorduktan sonra; benim kararsızlığımı fark edip, kararımı daha da zorlaştıracak, ağzımdan çıkanı, daha bir sorumlu hâle dönüştürecek, şu veciz ifadeyi tekrarlayınca, şaşkınlığım hepten açığa çıkar.
“Evet ve hayır, bir mânâyı temsil eder.”
Gündelik konuşmalarda alelâde kullandığımız ve adına devletin televizyonlarında yarışmaların düzenlendiği bu iki kelimede, mânâyı aramak da nereden çıktı?
Evet ve hayır, hangi durumlarda bir mânâyı temsil eder; ardında gizlenmiş hangi anlamların yükünü taşır? Onların temsilcisi olduğu şeyin farkına varmak, hepimiz için geçerli midir?
Bir kere, kelimelerden bahsediyoruz: hayvanın, bitkinin, cansızın dışında kaldığı bir alan, bizim ise içerisinde doğduğumuz.
Önce söz vardı, der kadim kitaplar. Âdem, eşyanın isimlerini öğrenmişti. Ve daha öncesi: ol dedi, oluverdi.
Fakat arkasında bir mânâyı barındıran “evet” ve “hayır” kelimelerinin özel bir alanı olsa gerek.
Bunu kim anlar?
Beşerin değil, ancak insanın adımlayacağı bir kapı açılıyor burada. Beşeri, insan yapan sözün kapısı; Allah’ın, ruhları yarattıktan sonra: “elestü bi-rabbiküm” (ben sizin Rabbiniz değil miyim?) sorusuyla.
Evet, peki, hay hay, belî, kâlû belâ (evet dediler)… şüphesiz böyledir. Kat’î, kesin, doğru bir sözdü bu. Bunu tasdik ettiler.
Ya sonra!
Tasdik edilen sözün, doğrulanan tavrın sadakatinden dönüş. Onaylayan, sonra da cayan cahil bir nisyan.
Tasdik makamında “evet” diyerek, varlık sahnesinde ilk yüce kararını vermiş insan, ikrarından dönerek; varlığını, inkara terk etme iradesinin bahşedilmişliğiyle mağrur, inkar makamında karar kılabildi.
Rab ise, yine de yüz üstü bırakmadı kullarını; müjdeler dolusu peygamberler bitirdi arzda, onları vahyin berrak ırmağında yıkayarak besledi.
Sözünü hatırla, kendini hatırla, Rabbini hatırla…
Ey “evvel ikrar verip belî diyenler” rûz-ı elest’i, ruhların yaratıldığı ânı hatırlayın. Rabbe iman edip, O’nu evetleyin.
Bilmeden, kavramadan, düşünmeden, hissetmeden “evet” deme sakın! Evet demekte, acele etme. Fakat varlığını duyumsadığın anda, evet demenin gürlüğünü, çatılarda cesurca haykırmaktan da Bilal gibi asla sakınma. Hür olmak, bununla mümkün.
Bilal ki kızgın çöllerde “evet” demeyi, gayrın evet’lerine “hayır” diyerek korudu.
Çünkü hayır, evet’le anlam kazanacaktır. Hayır, evet’e karşı değil, evet’i tasdik eden bir hayr (iyilik) olacaktır.
Kötüye söylenecek hakikatin ismidir hayır. Onlara verilebilecek aslî cevabın keskin kılıcı.
Tasdik makamında yer edemeyen zulmün, yok makamına yuvarlanmasını sağlayan gürzün kuvvetidir hayır. Beynini patlattığı bâtılın bir daha sokulmamacasına “Lâ” baltasıyla asıldığı bilge bir askı.
İbrahim onunla girer put-haneye ve bir bir parçalar, “hayır hayır!” diyerek Nemrut’un dokunulmazlığını.
Hayır’ı bu mânâ üzerinde şekillendirir İbrahim, evet’i; yıldızlara, aya ve güneşe bakıp bakıp anlamlandırdığı gibi.
Hayır; öyle değil, demektir. Kurallarınızın, kanunlarınızın, prensiplerinizin, tüzüklerinizin, yasalarınızın, atalarınızın koyduğu norm ve kaidelerinizin bildirdiği gibi olmadığını söylemenin yalın bir karşılığıdır o.
Evet’i koruyan, hayır’dır. Evet’i yaşatan, hayır’dır. Evet, istiridyenin içerisindeki inci tanesi gibi nazlı bir sevgilidir. Hayır ise, o sevgiliye gelebilecek her türlü iftiranın ve düşmanlığın karşısında, dik duran sabırlı bir âşıktır. Canını vermeye müheyyâ, evet’in bedelini her an ödeyen mücahit bir âşık.
Hayat, bir bütün olarak “evet” ve “hayır” kelimelerinin arasında, yorup yoğuruyor, kılıyor bizi. Tercihlerimiz onlarla belirleniyor, dönüşlerimiz onlarla.
Bir gün vermiş olduğumuz söz,
Yeniden hatırlatıldığında,
Temsilin mânâsını kavramak,
Hüsran olmasın yâ Rab!