Bahar mı, Köhne-bahar mı?
Sokaklarına, zamanın vakur adımlarını dinleten bir mûsikî gibi uzun gecelerin dolduğu bir Osmanlı kazâsından konuşmanın ihtişamını yaşarken; gündüzü, şaşkın bir bahar günü, bileklerinden kavrayabilmek mümkün olsaydı eğer, bahçemizden yolunmuş çiçekleri, sunakların çelenklerinden bir bir sökerek, çöp kutusuna atmak da nasip olabilirdi elbet.
Baharın coşkun nehirlerine doğru devrilmek için; tepeleri, dağları, ovaları, yaylaları çınlatan sesiyle gürlek narasına göğün kulak tutup, çağlamak çağlamak çağlamak da nasip olabilirdi.
Başımıza konacak kuşun ne kıymeti var, yürek bir kuş gibi atmaya devam ediyorsa eğer. Onu öldürtmemek için binlerce ölmektir; gündüzü, şaşkın bir bahar günü, yeniden ve yeniden dirilmektir.
Ardında bereketli bulutların müjdesiyle gelen kanatları öptükçe haylaz çocuklar; arınacaktır gök, yunacaktır yer; toprak, sînesinde saklayacaktır devirlerin kara yazılarını; anıtsız, kitâbesiz, saygı duruşsuz olaraktan. Ve gübrelenen topraktan, körpe dallar, renk renk önce bahara, sonra meyveye duracaktır müzeyyen.
Gündüzü, şaşkın bir bahar günü, bileklerinden kavrayabilmek mümkün olsaydı eğer, anlamı perdeleyen tasallutun çöküşünü kutlayıp, çıldırtacaktık puhu kuşlarını. Çatılardan boğuk boğuk bağırtacaktık.
…
Zorunuz nedir, diye soranlara, vereceğimiz bir dünya cevabımız var.
Biz neden fasl-ı baharı, eyyam-ı baharı, nev-baharı, mevsim-i baharı, ilkbaharı, baharı… yaşayamıyoruz?
Kâinat ağacının nâzenin meyvesi olan insana; ne yaptılar da köhne-bahar olarak görünüyor baharistan?
Kalpler taş kesiliyor, hatta taştan da beter…
Öyle taşlar-kayalar vardır ki, bahar bulutunun câzibesine dayanamayarak, yaşın yaşın ağlamaktadır. Ölü arzın ihyâsı, onunla çağlamaktadır.
Bahar, bizimle konuşmuyor mu artık? Acep biz mi anlamıyoruz lisanı hafîsinden fasl-ı baharın? Duymuyor, duyumsamıyor, duygulanmıyor olduğumuzu birileri itiraf etse de kurtulsak.
Bir kıyamettir kopuyor dışarıda. Dolup dolup boşalıyor küre-i arz. Milyonlarca çekirdek, bir ânı bekliyormuş gibi: Gün dolmuş, cemre düşmüş ve vakti ergin bir patlamanın hazırlıklarından sonra, İsrâfil’in diriliş sûru, hayatı tazeleyerek yeni-den doğurmuş.
Ne önemi var?
Kimedir bu canlılık, bu haşr u neşir?
Cömertlik eli, dokunduğu her şeyi süslemiş, taklidi imkansız sanata bürümüşse hayatın tüm parçacıklarını; hangi yürek okuyacak şimdi bu eseri tekellüfsüz? Etrafta gam yiyen bir bülbül mü var?
Vîran gönüller, ma’mûr hanelerinde konforu solurken, tabiatın şenliğinden; ancak nergis gözler kadar nasibdâr oluyorlar? Dışa değil, içe doğru beleren bir nazardır nergisin gözü. Kendinden başkasına körce, narsisizmle illetli, enâniyetle şişmiş, egoistçe bir göz.
Bulanık gözlerin, mûcizede kusur araması; olagelmişliğin, alışılagelmişliğin sınırlarında koyulaşmakla açıklanabilir. îtiyat ile çevrilen bakışların döndüğü bir daire vardır sınırları devlet gibi çizilmiş göz bebeklerinde. Çocuklardır yalnız, sınır ihlallerinde çevirirler gözlerini. Bundan dolayı, en önemsiz gördüğünüz şey dahi, en çok dikkate değer anlamı kazanır çocukların gözlerinde.
Değişmek, değiştirmek, değişik ve bambaşka veçheyle bakabilmek ne kadar zor. “Değme dalda gül mü biter” demiş Karacaoğlan. Bitmez elbet. Ve bülbül dahi alelâde bir ses değildir; hârikulâdeliği tegannîsine bağlıdır.
Gülü ve bülbülü herhangi bir yerde görmekle; bülbülü dinlemek, gülü seyretmekle aşabileceğimiz bir sorun değil bu yaşadıklarımız. Gülün değme dalda bitmeyip, bülbülünse anlamsız haykırışlarda bulunmadığının farkına varmamızdır asıl mesele.
Dîvan Edebiyatı’nın, efsâneleşmiş bu iki mazmunun etrafında, ne kadar da meşgul olduğu düşünülürse eğer, dikkatlerimiz bu inceliğe daha bir yoğunlaşmış olacaktır.
İşte sanırım, kendi devrini bütün olarak tek bir beyitte, şöyle tasvire kalkışmıştır İzzet Molla:
Bir mevsim-i bahârına geldik ki âlemin
Bülbül hamûş, havz tehî, gülistan harâb
Tabiî soruyoruz: görenden mi yoksa görünenden mi sâdır olan bir sessizlik, bir boşluk, bir harâbîliktir bu yaşanan?
Öyle görüldüğü için sessizdir, öyle göründüğü için değil. Görünen, görenin görüşüne tâbi kılınıyor hep. Nasıl görülüyorsa, öyle de görünüyor gözlere. Bulanık, buğulu, miyopçasına, gömgök…
#