SBS, ÖSS, KPSS…
SBS, ÖSS, KPSS vb. sınav türleri, dünyaya gözlerini Türkiye’de açmış ve vatandaşlıkla tescillenmiş insanlara, gelecek nâmına bir kumaş biçme projesi olarak hızla uygulanıyor ve kimse bundan gocunmuyor, pirelenmiyor, tedirgin olmuyor.
Doğumla birlikte insana yapışan vatandaşlık sıfatı, mecbur kıldığı yaşam serüveniyle, ideal bir gelecek hazırlıyor topluma.
Kısa cevaplı ve çoktan seçmeli soruların bulunduğu kitapçıklar, devletin istikbal adına, doğru cevabı belirlemesinde anahtar işlevi görüyor.
Belirli sorulara, belirli mekanlarda, belirli zaman dilimlerinde verilecek yanıtlar; istenen türde, doğru vatandaşa ulaşabilmek için kıstas alınacak yöntem oluyor.
Yapılan sınavlarla, vatandaşının ne derecede mâlûmat sahibi olduğunu tecrübe eden devlet; bilgisini ölçtüğü vatandaşına, bir nevi ehliyet vermekte, yeni yeni tahsiller için çeşitli ikbal kapıları açmakta.
Sınavlar, devletle vatandaş arasındaki güvenin sağlanabilmesi amacıyla; daha çok da devletin, vatandaşının niyetini ölçebilmesi için düzenli periyotlarla yapılıyor.
Sınanan vatandaşın sınanmış olması, devlet için yeterli (asgarî) emniyetin sağlandığı anlamına gelir. Sonucu en kötü sınav bile, sınanan vatandaş için hüsran olsa da, devlet için bir başarı belgesidir. Çünkü sınava bir kez girmek dahi, sınavın temsil ettiği büyük senaryoyu kabul etmek anlamına gelecektir.
Sınavlar, vatandaş denilen, anlamsız kitle tarafından mihenk taşı gibi görüldükçe; SBS’de şu kadar kişinin, ÖSS’de bu kadar kişinin sıfır çekmesi; veya KPSS’de bir o kadar kişinin açıkta kalması önemli değildir. Zira vatandaşlık itaatkarca îfâ edilmektedir.
Sınava girmenin vatandaş nâmına hiç mi meyvesi bulunmaz?
Tabiî ki bulunur.
Tüm bu sınav maratonları, memur olmak, âmirliği hak etmek, kıdemli vatandaş olmak gibi müspet sonuçlar verecektir. Zaten vatandaş nazarında, sınavı mantıklı kılan esas neden, bu sınavlarda sorulara verilecek doğru cevapların, kişiyi toplumda liyâkat, statü, meslek sahibi kılmasıdır.
...
Türkçe’nin kelime türetme kurallarına da uymayan bu uyduruk “sına-v” sözcüğünün, devletin ve onu da aşan büyük güçlerin bir oyunu olduğu, dolayısıyla onun, daha fazla vakit kaybetmeden imtihana çekilmesi gerektiği kanaatindeyiz.
Evet, Türkiye’de insanlara dayatılan sınavları imtihana çekmeliyiz. Kendisine, özüne bakmayıp, başkalarını (insanı) biteviye sınayan güçler, evvelâ kendilerini sîgaya çekmeli.
Gözü henüz açılmadan, gözünün üstüne peş peşe atılan yumruklarla (sınavlarla) sersemleştirilen bir neslin; sonrasında, renkler üzerinde sıhhatli fikirler vereceğini ummak, safdillik olacaktır.
Küresel rejim, yerel rejimlerle ortaklaşa, gökkuşağının yedi rengini tüm tonlarıyla birlikte, tek renge indirme çabasında bütün hîleleri kullanırken, bu zulüm değirmenine su taşıyan, sonra da Rabbin terbiye ediciliğine inandığını söyleyen her türlü cümle cemaat; dershaneleriyle, okullarıyla, kitaplarıyla ne derece bir şaşkınlıkta sarhoş olduğunu anlayabilmesi için, oyunun dışına çıkmalı, sahanın dışına.
Bir kez oyuna katılan, bin türlü kılıfı bulmaya muktedir kılar kendini. Bin türlü yalanı söylemeye mükelleftir sanki. Bâtıl da şairin dediği gibi sûreti haktan zuhur eder. Çocuklar hak ismiyle, bâtılın potasında eritilir, vebali omuzlarda kalır.
İnsan, ümitsizliğe düşmemeli. “Hîleyle iş gören, mihnetle can verir” demiş şair. Doğrunun, yalnız kendisinden sâdır olacağını zanneden bir anlayış, kınadıklarının (insanın) tarihî tecrübesi karşısında yenik düşeceğini unutmamalıdır.
İnsan, devletten kadimdir. Ve bu, hep böyle olmuştur.
……………
Sınanan insanlar, sınayan devletin sınavlarını nasıl imtihana çekerler?
İnsan, kendisine yapıştırılmış sıfatların eğretiliğini fark etmeli önce. Sonra sûnî sıfatları verenlerin mutlak olmadığına iman edecek bir mutlak yüceliğe dayanmalı İbrahimce.
Anlayacaktır insan, büyük bir gâyenin, büyük bir temsili ve merkezi olduğunu. Küçük kafaların, küçük çıkarlarına hizmetten uzaklaşıp; hayatı, aslî boyutta idrake kalkışacaktır nihayette.
Dünyada, her şeyden aziz kılınmış hayat, saçma sınavlara malzeme ve sermaye kılınmayıp, âlem-i imtihan dediğimiz dünyayı, kendi var oluşuyla anlamlandırmaya kapı aralayacaktır.
Hayatı bahşedemeyen hayaletlerin: buyurgan, soğuk kavramlarından korkup da; şu eşsiz hayatı, yok yere harcamanın aptallığı artık anlaşılmalı; bunun kabul edilemez bir şey olduğu da teşhir edilmeli cümle cemaate. Hebâ edilen ömrü hayatta; kalbin, mutlak hayat sahibi tarafından imtihan edildiğini bilmek yeterlidir bir kimse için.
Büyükler, dünyayı mihnet-gâh olarak bilirlermiş. Sıkıntı ve zorluk yeri; zahmet ve keder diyârı.
Çekilen eziyet ve meşakkatler, dokunan belâ ve âfetler, hepsi birden burayı: âlem-i imtihan kılarmış. Zenginlik, fakirlik, kaygu, elem, saâdet…
Sabreden fakir, şükreden zenginden üstündür, der Gazâlî. İmtihan, ikisine de âdilce dokunur. Bir elimize metânet kılıcını alıp, diğeriyle sabır kalkanını tutarak, sükûnetle cevap verebiliriz belki hakikat suallerine.