'Riyah-ı Leyâl'
...
Ey sahraların orkestra şefinin şarkıları
Sen her yandan nağmeler getirirsin
Kalplere, gönüllere!
Senden alır nağmesini denizler ve ovalar;
Kıyılara ancak sen neş’e verirsin
Bir ses getirirsin…
Bir ses getir ondan bana ey haberci rüzgâr,
Bir gece getir ey haberci rüzgâr,
Ondan bana bir ses,
Yahut götür, ey gece rüzgârı,
Benden ona –şu- ahları!..
…
Bu şiir, rüzgârın ayrıntılarıyla en güzel tasvir edildiği şiirdir. Baştan sona bir “ah ve ses mahşeri”dir. Rüzgâr sesi, kokuyu kendisiye birlikte ya başka yerlere götürür, ya da dokunduğu nesnelere kendi kimliğini verir. Rüzgârın değdiği varlıklar kendilerine göre ses çıkarırsa bir “kâinat orkestrası” adeta oluşur. Her nesne farklı bir şarkının bestecisidir. Ağaçlar başka şarkıyı, denizler başka bir şarkıyı söyler. Mevlana’da da vardır bu “kâinat orkestrası” fikri.”Gezegenlerin dönerken çıkardıkları sesleri duyuyorum ve bunu dinliyorum” diyor. Böyle bir sesi duymak, dinlemek ve buna anlam yükleyebilmek; belki de hiç birimizin yapmadığı, yapamadığı bir ayrıcalık!
Riyâh-ı Leyâl…
Dinlediğimizde kim bilir hangi sesleri, kokuları, duyguları getirir bize ya da götürür bizden başka yerlere… Hep aynı eser ama getirdiği duygular, taşıdığı anlamlar değişir her defasında. Bazen sıcak, bazen soğuk, bazen ılık vurur yüzümüze… Bazen gözleri yaşartır, bazen bir tebessüm uyandırır. Ama hep anlattığı bir şeyler vardır ürperttiği tenlerde… Kulak verdiğinde bir şeyler anlatır derinlerden. Kâinatın doğal ezgisi! Tabiatın sırlarını anlatır. En saf nağmeyi tekrarlar ve musiki yaratır. Sadece sesi ve dokunuşu hissedilir, ama her dinlediğinde tabiattan bir parça getirir. Dokunduğu dağdan, denizden, ovadan, şehirden, insandan bir haber getirir. Bazen mutlu, umutlu; bazen karanlık, bedbin ama hep bir koku, hep bir nağme, hep bir anlam taşır. Duydukça, kokladıkça, bildikçe ve hissedikçe!..