Zaman Kaybı
Ortalama insan ömrü 60 yıl. Bunun 6 yılı bebeklik, 16 yılı da öğrencilik. Uzmanlığıda eklerseniz 4 yıl daha ilave edelim 20 yıl öğrencilik, yani öğretim hayatınız. Buna çocukluk yaşını da ekleyelim 26 yıl olur. Çıkaralım 60 tan yani ortalama yaştan 36 yıl kalır. 36 yıllık çalışma hayatının ilk 5 yılı verimsizlik iş öğrenme olarak algılarsak son 5 yılı da verim düşüklüğü olarak düşünülürse geriye kalan verimli çağ 26 yıl olarak bakalım. Tabiki bunu da iyi değerlendirme imkanınız olursa.
İşte bütün dünyada bu böyledir. Her toplum kendi yerine kendinden sonra gelecek neslini daha ileri götürmek için araştırmalar yapar. Ve en önemli yatırmını da bilinçli olarak gelecek nesline yapar. Çünkü ya üretir vezir olursun. ya da tüketici olup rezil olursun. Bunun yoluda Eğitim ve Öğretimden geçer. Eğitim ve Öğretim insanın muhtaç olduğu en önemli iki unsur. İnsan Ahlaken eğitilirken bilgiyle de donatılmalıdır. Bu işi başara bilen ülkeler maddi ve manevi huzuru yaşama imkanına kavuşurlar. İhmal edenler ise düz yolda şaşırırlar. Eğer siz gelecek neslinizi ihmal ederseniz, çok geçmeden bütün olumsuzluklar ülkenizde zuhur etmeye başlar. Tedbir olarak baş vurabileceğiniz tek şey kalmıştır o da karşı güç oluşturmak. Eğer bir ülkede emniyet güçlerini her geçen yıl sayılarının artırılma gereği duyuluyor ise, işlerin her geçen gün zorlaştığı anlamına gelir. Yani yetişen neslin eğitiminde ve sosyal yaşantısına katkı sağlanamadığı anlamı taşır. Kısacası yetiştirdiğiniz genç nesil çağın sorunlarını çözebilecek bir yapıda donatılmadığı anlaşılır. Bunu anlamak için tüketen bir toplum değil üreten bir toplum olmamız gerekmektedir. Üretbilmek için de yetişen neslinizi çağın mesleklerini anlamak ve o meslekleri icra edebilmekten geçer. Bunun içinde eğitimle ilgili yeniden bir yapılanmaya ihityaç olduğu aşikardır. Yıllardan beri gelişememizin altında yatan tek şey kuru ezberden öteye geçmeyen bir yolda ilerlemeye çalışmamızdandır. Öğrencilerin kafalarını çöp sepeti gibi doldurup kuru bilgilerden öteye geçmeyen bir eğitim modelimizi hala korumaya çalışmaktayız. Yıllardan beri hep masa başından cephe idare etmeye çılşmamız bizleri maalesef bu günlere getirmiştir. Eğitim Şüraları yapılmaktadır. Bakın kimler var bu şüralarda. Öğretmenden hariç her kesimden birileri bu şürada toplanır ve kararlar alırlar. Sonuç değişen ve gelişen bir şey maalesef yok. Olmaz zaten. Siz sorunları yaşayan öğretmenlerimize kulak tıkarsanız, Söz hakkı vermezseniz oacağı bu. Seminelerle hem kendinizi kandırıyorsunuz hem de geleceğimizi kaybediyoruz. Bırakında söz öğretmende olsun artık. Onları dinleme zahmetine katlanalım. Bütün Türkiye geneline haber salalım. Ankara da, ya da İstanbulda yaklaşık bir ay gibi bir zaman ayıralım. Ben bu konuda birikimliyim diyen bu işe gönül vermiş eğitimciler ya da eğitime kafa yormuş gönüllüler toplansın ve konu enine boyuna tartışılsın. Göreceksiniz ortaya ne fikirler çıkacak. Bu fikirlerden ortak olanları bir rapor halinde Milli Eğitim Bakanlığımıza sunalım. Ve işe yaramayan, yani geleceğimizi oyalayan bu çağ dışı müfredattan kurtulmanın tek yolu böyle bir çalışmanın sonucunda meydana gelecektir. Bunun tersi ise bizim geleceğimize yön veren değil yön kaybettiren bir yolda gerilemkten başka bir şey değildir. Şu rahat koltuklarımızın üstünde keyf çatmaktan, gelen emirleri cepheye yağdırmaktan vaz geçelim. Cepheden gelen feryatları duymamazlıktan gelmek orada sorun yok anlamına gelmez. Sorunlara çözüm üretilmez ise, sorunlarımız büyür ve bir çığ gibi başımıza düşer. Bunun altında hepimiz helak oluruz. Bu ülke bizim. Bu gençlik bizim, üç beş başarılı öğrenciyle övünmekten artık vaz geçelim. Kazanamayanların önüne dikilip bunlarda bu yıl kaybettiklerimiz diye bir fotoğraf çektirelim. O zaman siz o koltukları hak ediyorsunuz demektir.
Sonuç olarak diye bilirim ki, ne zaman ki siz mezunlarınızın önüne geçip tümünün önünde fotoğraf çektirdiniz ozaman sizleri kutlarım. Şimdi ise kutlamak içimden gelmiyor sayın yetkililer...