Amasya
Tarih, yolların bulunma çabasını, zamanın içerisinde serkeşçe oluştururken, ben zamanın devingenliğinde oynayan bir çocuk gibi, kendimi bu şehre attım.
Zamanın karnında şekillendiğini biliyordum tarihin. Fakat karnında, zamanın tarih olup doğduğu bir şehirde emeklemenin ne olduğunu bilmiyordum.
İşte şaşkınlığım bundan sonra başladı. Hayret makamında ilk itirafım… Karnında zamanı tarih yapıp beni çarpan şehrin ismidir Amasya. Çok eski çağlardan beri Amasya…
Bir nehre ihtiyacım vardı önce. Bakıp kulak vereceğim, evvelkilerin hikayelerini anlatacak, şahitli bir nehre…
Diacletianus’un kudretinde yatağını genişleten bu nehir, üstüne yansıyan kayalardan Ashab-ı Kehf’i uyandıracak cesareti yüklenmelidir. Çünkü Diaspontus, Justinianus ve Kral Mezarları’nı aynasında taşıyıp getirecek parlaklığı bir nehirde bulabiliriz ancak.
Yeşilırmak, Strabon’un hocalığını böylece yapacaktır coğrafya derslerinde. Sular, teatral bir ahenkle Ferhad Dağı’ndan akan Şirin’in tasviridir. Sesi hâlâ gelir suya yaklaştırdıkça kulağımıza külüngün.
Ferhaad Ferhaad!
Su boyunca bir had.
Sen mi çıkardın bu şehri?
Şark üzerinde dar bir boğaz
Ve açıldıkça vâdilerde,
Bahçe önlerinde, dertlice dönen,
Yalap yalap…
Bir rengi görmeye çıkıp gelmişti bu göz. Zekatı güç verilir bir gösterinin temaşasıyla mest. Mavi-turkuaz; gökten ağsa, yerde bitse, sende gülse…
Bir medreseyi mi görmeye gelmişti bu göz? Adına okyanusları Hızır’la geçesi bir renk için bu göz…
İlaç kabul etmez bir derdin bîmarhanesinde senin ismine takılmak ve ismini tarihten çıkarmanın mutluluğuna ulaşmak için, mezkur İlhanlı hükümdarı gibi buradayım ey Dâruşşifa!
Âl-i Osman’ın çilehanesinde çıkarılacak erbain için iki kez kapından geçtim, yağmurla yıkandım, akşama niyetli bir günü, fark ettirmeden sus orucuyla tamamladım.
Havuz başında duyabilmek için sesini, hafızları dinledim. Şimalî Anadolu’da uçarak şarktan garba uzandım boylu boyunca nehrin. Alçak Köprü, Kunc Köprü, İstasyon…
Saatim kuleye ayarlı. Konakların arasında dördüncü tur.
Yirmi altıncı harfte Bayezid olup kuşlara saray yapmak nasıl aklına düşmüşse onun, Taşhan’da bir sahaf bulup inkılap öncesi iki kitap satın almak da kaderime düşmüştür artık benim.
Ey Mihrî Hatun, Saraçlar Çarşısı’ndan geçersin deyu kaç bardak çay içtim, tanımadığım bir kunduracıyı ziyaret ettim ve kitap okudum Sultan Bayezid’de, yolun düşer, uğrarsın deyu.
Rakamlar avucumda yazılıydı oysa. Hepsini Yeşilırmak’a attım, suya değsin, çözülsün istedim tek tek.
Tarihin ağır hükmü altında az daha boğulacaktım. Elimden tuttu, İstasyon Camii’nde medfun Şeyh Şerafeddin Hazretleri. Bizim Akşemseddin’in babası. Ne garip değil mi?
Gurbette ölen şehittir, sözüyle de o gün karşılaştım.