Baş Örtüsü mü Sorun?Yoksa Sorun Baş Örtüsü mü?!..
Seksenli yılların ilk yarısında başladı “Baş örtüsü sorunu”; Cumhuriyetimizi tehdit etmeye ! Çok tartışıldı,konuşuldu,kavgaları yapıldı,tepkiler gösterildi el ele tutuşarak,ama pimi kırılmış avara kasnak gibi olduğu yerde döndü ve bu günlerdeki sorun-çözüm ile o yıllardaki arasında hiçbir şey değişmedi.Milli Güvenlik Kurulunun gündeminden “irtica” birincilik sırası kaybettirilmiş ! olsa da…Pasif görüntülü sert tepkileri devam etmekte ve edecek de.İlk yıllarda “Baş örtüsü”sözü bile gocundurucu olduğundan ismi ve görüntüsü Hint kökenli “Türban” kavramıyla yumuşatılmaya çalışıldıysa da ne sağlam bir örtüymüş ki hala delinip içinden “Cumhuriyet ve Laiklik” kurtarılamadı ! Simge dediler; daha neler dediler.Öküz altında buzağı arayanlar;önce inekler! aradılar buzağısını öküzün altına koyabilmek için…”Simge” mi baş örtüsü ? Hiç sözü dolandırmaya gerek yok.Bağlanış biçimi ve şekli ne olursa olsun, inancından gelen zorunluluğu yaşamak isteyenlerin simgesidir.Tıpkı karşısındakine yapılan en güzel dua İslam dünyasının parolası olan ”Selamün aleyküm”sözü gibi…Orta Asya’da gördüğüm en çarpıcı şey idi:Yetmiş yıllık Sovyet zulmü inanç adına bir çok şeyi yok etmesine rağmen bu selamı unutturamamıştı.
Bana çağ dışı gelen böyle bir sorun toplumun ister istemez belli bir kesiminin,yazar ve akademisyenlerinin de konusu oluyor.Bu konuda internet yazarlarından sayın Nadir Kılıç’ın ve İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi sayın Abdülaziz Bayındır’ın yazılarını sizlerle paylaşıyorum.
BAŞÖRTÜSÜNE KARŞI VERDİKLERİ MÜCADELE GÖZ YAŞARTIYOR (!)
Tehdit denilince bizim rütbeli askerlerin aklına tek bir şey geliyor: Başörtüsü. Onu bir bohça yapıp, içine akla hayale sığmayacak,
mantıkla barışmayacak ne varsa dolduruyorlar. İrtica, şeriat, terör, fundamantalizm, dini siyasete alet etme, anti laisizm ve bunun gibi daha bir çok şey…
Sanki başörtüsü analarımızın, bacılarımızın, eşlerimizin ya da kızlarımızın sadece başlarını örtükleri sütre değil de, bir düşman uçağı ya da kitlesel imha silahı. “Jandarmanın fişlemelerine”, “komutan talimatlarına”, “askeri tesislere giriş şartları”na bakınca başörtüsünü biraz sonra genelkurmayı bombalayacak bir hayalet uçak zannediyorsunuz.
Böyle bir tehdide karşı alınan tedbirler de haliyle dudak ısırtıyor. Bir “vay be!” ünlemi dökülüyor dudaklarınızdan. Tıpkı Malazgirt Meydan Muharebesindeki askerin civanmertliğini, surlara bayrak diken Ulubatlı Hasan’ın hikayesini ya da Çanakkale’yi destanlaştıran Mehmetlerin teslimiyetini dinlerken olduğu gibi, gözleriniz yaşarıyor(!).
“Vay be” diyorsunuz usulca, Vay be… Jandarma’nın başörtüsüne karşı yürüttüğü o dehşetengiz operasyonlardan birini Yeni Akit gazetesi yazdı dün. İstihbaratçılarımız, Peygamber Ocağı ordumuza sızan(!) bir Uzman Çavuş eşinin başörtülü olduğundan şüphelenmişler 2007’de. Anlaşılan o ki, vatan-millet- Sakarya refleksiyle kırmızı alarma geçilmiş hemen. Telefonları dinlemeye alınmış söz konusu şahsın. Ülkenin bölünmez bütünlüğünü, milletin can, mal ve namus güvenliğini tehdit eden bayan bir arkadaşıyla yaptığı telefon görüşmesinde ele vermiş kendini. Bu ülkenin temeline dinamit koyma planını ağzından kaçırmış. Demiş ki “abdest alıp namaz kılacağım”.
Böyle vahim bir delilden sonra jandarma, şeytanın bile aklına gelmeyecek askeri bir stratejiyle kadının başörtülü olup olmadığını da öğrenmiş. Nasıl mı? İstihbaratçı bir astsubayı, anketör kılığına sokup gizli kamerayla Uzman Çavuş’un kapısını çaldırmışlar. Tabii kamera da kayıtta. Ancak hanımefendi başörtülü değilmiş. Ancak bizimkiler niyet okumayı da bildiklerinden tedbiri elden bırakmamışlar yine. Fişine “Türbanlı olmadığı görüldü ancak türban takmaya meyilli” diye yazmışlar. Bu görev aşkı ve iş takibi karşısında “vay be” dememek mümkün mü?
Bu arada, sınırlarımızdan kafile kafile terörist geçmiş, şehirleri kana bulamak için heybelerinde onlarca kilo plastik patlayıcı getirmişler, ne gam. Katır sırtında günlerce ağır silahlar taşıyıp karakollarımızı ablukaya almışlar, heronlar bütün bu olan biteni canlı canlı göstermiş ama bir kişi dönüp orada ne oluyor diye sormamış. Kimin umurunda. Şanlı ordumuzun üniformasını giyen ama teröristlerin zayiat vermesine gönlü razı olmayan rütbeli subaylar türemiş, teröristleri ele veren Heronları düşürmekten bahsediyorlarmış. Önemli mi? Dağlıca’da, Aktütün’de, Hantepe ve Gediktepe’de baskın yemişiz. Hem de defalarca. Onlarca ana kuzusu şehit düşmüş. Bir generalimiz teröristle çobanı ayırt edemiyor, terörist sürüsüyle koyun sürüsünü birbirine karıştırıyormuş. Ne ehemmiyeti var?
Fuhuş almış yürümüş, bazı subaylar kadın pazarlama işine bile girmiş. Birçok subayı bu yolla tuzağa düşürüyor, sonra da çetelerin oyuncağı haline getiriyorlarmış. Dikkate değer mi?
Yabancı ülkelerin casusları ortalıkta cirit atıyormuş, adeta Genelkurmay’a naklen yayın hattı döşemişler. Gizli bilgilerimizi birkaç dolara satacak üniformalı yandaşlar bulup, en mahrem sırlarımızı, en milli projelerimizi çalmışlar. Ne olacak ki?
Hiçbiri başörtüsü kadar tehlikeli, başörtüsü kadar operasyona değer sayılamaz değil mi? İşte bu yüzden tutmayın kendinizi. Bırakın içinizdeki hayret kelimelerini Vay be, vay be…
****
KUR'ANA GÖRE BAŞ ÖRTÜSÜ YASAKÇILARININ DURUMU.
Türkiye'de ve bazı İslam ülkelerinde müslüman kadının başını örtmesi istenmemektedir. Bunu istemeyenler genellikle dine ve gerçek dindarlara saygılı olduklarını söyler ve din dışılıkla suçlanmayı reddederler. Bir taraftan da Müslümanlar dini hayatlarını Kur'an ışığında gözden geçirmeye başlamışlardır. Kur'an'a yönelme ile birlikte hurafelere karşı da savaş açılmıştır. Artık iki türlü müslümanlıktan söz edilmektedir; biri Kur'an müslümanlığı, diğeri Kur'an dışı müslümanlıktır. Kur'an dışı müslümanlıkla kastedilen geleneksel müslümanlıktır. Dindarların büyük çoğunluğu, geleneksel anlamda müslüman oldukları için Kur'an müslümanlığı başörtüsü yasakçılarının da ilgisini çekmektedir.
Bu yazıda başörtüsü yasakçılarının durumu sırf Kur'an ayetleri ışığında ele alınmıştır. Okuyucuya kolaylık olması için karşılıklı sohbet havası içinde yazılan yazı ile sizi baş başa bırakıyorum.
- Müslüman kadınların başlarını örtmelerine karşı çıkanlarla ilgili bir hüküm gerçekten Kur'an'da var mı?
- Elbette var. Müslüman kadınların başını örtmesi Allah'ın bir emridir. Allah'ın bir tek emrini bile kabul etmeyenin durumu Kur'an'da açıklanmıştır. Her müslümanın bunu çok iyi bilmesi gerekir. Şimdi ben sorayım, Kur'anda sapmanın ve saptırmanın simgesi haline gelmiş varlık hangisidir?
- Şeytan mı?
- Evet.. Şeytan, diğer adı ile İblis, meleklerle beraberken Allah ona ve bütün meleklere Adem için secdeye kapanma emri verdiğinde o bu emri kabul etmediği için kafir olmuştur. Konu ile ilgili ayetler şöyledir: Vaktin birinde Rabbin meleklere demişti ki: 'Ben, kurumuş çamurdan, değişken kara balçıktan bir insan yaratacağım. Onu düzenleyip içine ruhumdan üflediğim zaman onun için secdeye kapanın.' Bütün melekler hemen topluca secde ettiler. İblis öyle yapmadı. O, secde edenlerle beraber olmamakta direndi. Allah buyurdu ki: 'Ey İblis! Senin neyin var ki, onlarla birlikte secde etmedin? ' Dedi ki, 'Kurumuş çamurdan, değişken kara balçıktan yarattığın insana secde edemem.'
Allah buyurdu ki, 'Öyleyse çık oradan, çünkü sen kovuldun. (Hicr 15/28-34)
Demek ki, İblis Allah'ın bir tek emrini kabul etmediği için kovulmuştur.
- Bir de kibirlenmesi var. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: '...İblis direndi, büyüklük tasladı ve kafirlerden oldu.' (Bakara 2/34)
- Şeytanın kibirlenmesi, aslında Hz. Adem'e karşı değil, Allah'ın emrine karşıdır. Yani Allah'ın, çamurdan yarattığı biri için secdeye kapanmasını istemesi İblis'in ağırına gitmiştir. Bundan dolayı Allah ona,'...İn oradan, orada büyüklenmek sana düşmez, çık, sen alçağın tekisin' demiştir. (Araf 7/13)
- İblis bu haliyle Allah'ı inkar etmiş mi oluyor?
- Burada İblis Allah'ın bir emrini tanımamış oluyor. Bu da onun kafir olması için yeterli sayılmıştır. Yoksa iblis, Allah'ın ne varlığını, ne birliğini, ne yaratıcılığını ne de kudretini reddetmiştir. Kur'an-ı Kerim İblis'in saptıktan sonra,'..Doğrusu ben Allah'tan korkarım, Allah'ın cezası pek ağırdır.' (Enfal 8/48) dediğini bildirmektedir. Allah'ın bazı emirlerini tanımamaya devam ettiği için bu sözü onu kafir olmaktan kurtaramamıştır.
- Doğru, Allah'a 'Rabbim' diye hitap ediyor. Nitekim bulunduğu makamdan Allah tarafından indirilince şöyle demişti: 'Rabbim! Hiç olmazsa, tekrar dirilecekleri güne kadar bana süre tanı.' (Hicr 15/36)
- Buradan onun ahirete inandığı da açıkça anlaşılmaktadır.
- O zaman çok ilginç bir durum ortaya çıkıyor. İblis Allah'a inanıyor, meleklere inanıyor, çünkü zaten kendisi onların arasındaydı. Ahiret gününe inanıyor. İnanması gereken bir peygamber henüz yok, çünkü Hz. Adem daha peygamber olmamıştır. İndirilmiş bir kitap da yok. Bazıları böyle birini iyi bir müslüman sayabilir ama Bakara suresinin 34. ayeti onun kâfir olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Üstelik Kur'an'ın bütününe baktığınızda onun kâfirlikte en önde olduğu açıkça gözükür.
-İşte Allah'ın bir tek emrini tanımaması onun bu hale gelmesi için yetmiştir. Onun kâfirliği böyle başlamış, sonra da günah yükünü ha bire çoğaltmıştır.
-Dilden dile dolaşan bir söz var, deniyor ki, 'Bir kimsenin kâfir olduğuna dair doksan dokuz, müslüman olduğuna dair bir delil bulunsa müftünün o bir delil ile amel etmesi gerekir.'
- Böyle bir şey kabul edilemez. O sözün doğrusu şöyledir: 'Bir tek konunun farklı yorumları olsa ve bu yorumlar kişinin kafir olmasını gerektirse ama bir yorumu da o kişinin kafir olmadığı şeklinde olsa müftüye düşen kâfir olmayacağına dair olan yorumu dikkate almaktır. Eğer o kişinin niyeti bu ise zaten müslümandır. Ama eğer niyeti böyle değilse müftünün onu kâfir saymamasının ona bir faydası yoktur[1].' Yoksa ayette olduğu gibi, kafir olmayı gerektiren bir tek söz ve davranış bile kişiyi Allah yanında kâfir yapmaya yeter.
- Başörtüsü konusunda, Allah Teâlâ'nın“Başörtülerinin bir kısmını yakalarının üstüne vursunlar....” (Nur 24/31) diye emri var; ama deniyor ki, ayette 'başörtüleri' diye tercüme edilen kelime, humur kelimesidir. Bu hımar'ın çoğuludur. Bu kelime örtü anlamına da gelir. Burada başörtüsü yasakçıları lehine bir yorum yapılamaz mı?
- Evet ayette geçen, hımar (خ م ا ر ;) kelimesinin kökü hamr (خ م ر ;) dır. Bunun anlamı bir şeyi örtmektir. Hımar (خ م ا ر ;) da örtü anlamında kullanılmıştır. Ama bu kelime Arap örfünde kadının başını örttüğü örtüye isim olmuştur. Bunun kadının başörtüsü anlamına geldiği eski Arapça sözlüklerde yazılıdır[2].
Bu ayet indiği zaman Araplarda hımar kelimesi kadının başörtüsü anlamındaydı. İçinde hımar kelimesi geçen çok sayıda hadis vardır ve bunlar kadının başörtüsü anlamınadır. Bunlardan üç örnek verelim:
1- Allah'ın Elçisi sallallahu aleyhi ve selleme ipekli kumaşlar getirilmişti. Ömer'e bir parça gönderdi. Üsâme b. Zeyd'e bir parça gönderdi. Ali b. Ebî Talib'e bir parça verdi ve dedi ki; Onu kadınların arasında hımar (başörtüsü) olarak parçalara ayır. (Müslim, Libas 7-2068)
2- Alkame b. ebî Alkame annesinin şöyle dediğini naklediyor: Abdurrahman'ın kızı Hafsa Allah'ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellemenin eşi Ayşe'nin yanına girdi Hafsa'nın üzerinde ince bir hımar (başörtüsü) vardı. Ayşe onu parçaladı ve ona kalın bir hımar (başörtüsü) giydirdi. (El-Muvatta, Libas, 4, hadis no 6)
3- Hz. Ayşe Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle dediğini bildirmiştir. 'Allah adet gören bir kadının namazını başı hımarlı (başörtülü) olmadan kabul etmez.' (Ebu Davud Salat 58, H. no 641)
göstermek içindir.
Dr. Abdulaziz BAYINDIR, İst. Ün. İlahiyat Fak. Öğr. Üyesi
[1]- M. Alauddin el-Haskefî (öl. 1088 h.) ed-Dürr'ül-muhtâr alâ Tenvîr'il-ebsâr, (İbn Abidîn Haşiyesi ile birlikte) , Mısır 1404/1984, c.IV, s. 249, Ridde bölümü.
[2]- Bakınız, İbn Manzûr, Muhammed b. Mükerrem (630-711 h.) , Lisan'ul-Arab, Beyrut, 1410/1990, IV/257; Muhammed Murtaza ez-Zebîdî, Tâc'ul-Arûs, Mısır 10306, III/188.
[3]- Tahsin SARAÇ, Fransızca Türkçe Büyük Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1976, c.II, s.1325. (13.06.2005 19:05)
Bütün sözlerden sonra ben Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un bir dizesi ile sözleri noktalamak istiyorum.
Kızımın iffeti batmakta 'rezilin' gözüne...
Acırım tükrüğüme billahi 'tükürsem' yüzüne...
#