Gönlün İslam’a Açılması
“ Gönlün İslam’a açılması”, insanın içindeki Allah’a iman ve teslimiyet arzunun gelişmesinden, kalbinin aydınlanıp feraha kavuşmasından ve hakkı seve seve kabul etmeye hazır hale gelmesinden kinayedir. Bununla başta iman olmak üzere her türlü iyiliğe açık olan mü’minin gönlü ve şahsiyeti ifade edilir.
Hz. Peygamber’e, “Allah, mü’minin gönlünü nasıl açar?” diye sorulur. O da şu cevabı verir: “ O bir nur, bir aydınlıktır ki Allah onu mü’minin kalbine atar, o da onula ferahlar; yani kararan vicdanı aydınlanır, daralan gönlü genişler, Allah’a teslim olma arzusu gelişir ve seve seve hakkı kabul etmeye hazır hale gelir.” diye cevap verir. “Bunun tanınacak bir belirtisi var mıdır?” diye sorulunca da : “ Evet, ebediyet yurduna yönelmek, aldanma yurduna kanmaktan uzak durmak ve ölüm gelip çatmadan önce de ona hazırlanmaktır.” buyurur. ( Kurtubi, Tefsir, VII,81) Görüldüğü gibi insan, ölümlü bir varlıktır. Ama o, bu gerçeği unuttuğu için ölmeden önce ölüme hazırlanmayı bir türlü başaramamaktadır.
Ölmeden önce ölüme hazırlanmanın anlamı, dünyaya küsüp kulluk görevlerimizi terk etmek değil, biyolojik ölümümüzden önce gaflet uykusundan uyanmak, nefsi terbiye edip kibri kırmak; servet, şöhret ve şehvet gibi arzu ve duyguların ifsat edici etkilerinden uzak durmak ve hakikate ermiş olmak demektir. Bu bilinç ve duyarlılığa sahip olmayan kimse bedenen diri olsa da manen ölü sayılır. Böyleleri, mezarsız ölüdür ve bu durum ölmekten daha kötüdür. Zira şairin dediği gibi, “ Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi- Müşkül şudur ki ölmeden ölür kişi.”
Öyleyse insan, yaşlanmadan önce ölüme yaklaşmalı; iyi ölmek istiyorsa iyi bir insan olarak yaşamalıdır. Ne var ki dünyaya gelir gelmez yaşam ibresi hızla ölüme doğru ilerlemesine rağmen pek çok insan buna aldırmaz. Tam tersine mülkiyet edinme hırsıyla sağa sola saldırır durur. Hem de kendisine ayrılmış zaman payının azlığını bile bile… Oysa insanoğlunun yeryüzünde sürekli ıstırap duygusu içinde yaşamasının en önemli nedenlerinden biri de “mülkiyet”tir. Mülkiyet ise hem “ sahip olmak” hem de “sahip olunan şeyleri sürekli kılmaya çalışmak” demektir. Acılarımız da “ ya sahip olamazsak” veya “ sahip olduklarımızı koruyamaz da kaybedersek” kaygısından kaynaklanmaktadır. Hâlbuki insan, kendine sahip olmadan kendi dışındakilere hiç sahip olamaz.
Aslında insan, düşünmenin hakkını verirse bütün bunları anlar. Zira sürekli mülkiyet isteyenler, imkânsızı talep ettikleri için acı çekerler. Bu tür tavır ve talepler, insanı şaşırtan durumlardır. Ama insanoğlunun şaşırtıcı davranışları bunlarla sınırlı değildir. Aksine buna benzer daha pek çok şaşırtıcı tavır ve durumları vardır. Söz gelimi Platon’un da dediği gibi, “ İnsanlar çocukluktan bıkarlar, büyümek için acele ederler; fakat sonra çocukluklarını özlerler. Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler; ama tekrar sağlıklarına kavuşmak için para öderler. Yarınlarından endişe ederken bu günü unuturlar. Sonuçta ne bu günü ne de yarını tam olarak yaşarlar; hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarlar, ancak hiç yaşamamış gibi ölürler.” Kendisine, “ Tavsiyeniz nedir?” denlince, “ Önemli olan hayatta ‘en çok şeye sahip olmak’ değil, ‘en az şeye ihtiyaç duymak’ tır” cevabını verir. Öyleyse insan, aklını ve iradesini doğru kullanıp hırsına ve hevasına mağlup olmamalıdır. Aksi halde cehaletin beslediği sapıklık içinde bocalayıp duracaktır.
#