Kur’an Barışı Ve Savaşı Önerir
Fahrettin YILDIZ
Yayın:
Güncelleme:
Allah’ın insanlığa gönderdiği Kur’an, kişi ve toplum hayatının garanti belgesidir. O, hakikate ve adalete, huzura ve saadete susamış kişi ve toplumları, kendisine inanıp uymaya ve bitmeyen feyzinden yararlanmaya çağırmaktadır. Kur’an, hem eskimezliğin hem de gerçek yeniliğin sırrı ve mucizesidir. Kur’an ayetleri de mutlak alemin kelime haline gelmiş anıt belgeleridir; Allah’ın, Peygamber(as) aracılığı ile insanlara ulaştırdığı “ sistem ve düzen çerçeveleri”dir. Onlar, ozon tabakasından süzülerek gelen güneş ışınları gibi insanın anlayıp uygulayabileceği bir kıvama getirilerek kelime kılığına sokulmuş ve lisanla insanlara sunulmuş birer ilahi armağandır.
Şayet Kur’an gelmeseydi, bu dünya yaşamaya değmezdi. Zira biz, onun getirdiği tevhidi imanı yüreğimizde duymak, ahkamını hayatımızda uygulamak ve sunduğu güzel ahlakla da donanmak için geldik bu dünyaya. Ne var ki geçmişte olduğu gibi günümüzde de çok sayıda insan, kibirlilik tavrı sergileyerek Kuran’a karşı çıkabiliyor. Onu can kulağıyla dinleme ve ondan öğüt alma erdemini bir türlü gösteremiyor. Böylelerinin en büyük talihsizliği de “imansızlık ve İslamsızlık” oluyor.
İşte bu yüzden Kur’an, insan ve hayat gerçeğine uygun olarak hem barışı hem de savaşı önerir. O, öncelikle herkese örnek olan bir evrensel insanlık barışını öğütleyerek yeryüzünde sulhun ve huzurun hakim olmasını ister. Dünyanın düzenini ve insanlığın huzurunu bozmaya yönelik yıkıcı saldırılara karşı da savaşı, bir “barış ilkesi” olarak devreye sokar.
Evet, Kur’an bir barış öğretisi kitabıdır ve barıştan yanadır. Ama onun barışı, inkar ve zulümle barışık olma anlamına gelmez. Bunun için o, inkar ve zulümle savaşta radikaldir. Hakikati arayan insanlara tüm imkanları sunup kapıları açarken, hakkı ortadan kaldırıp haksızlık yapmaya kararlı olanlarla da sonuna kadar savaşmaktan yanadır. Onun mesajı, “ gerçek barış için kıyamete kadar kötülüğe karşı savaş”tır. Yeryüzünde fesat çıkaranlara çağrısı ise “ bir an önce İslam’ın huzur düzenine ve barış iklimine girmeleri”dir.
Sonuç olarak Kur’an, yeni oluşmakta olan hareket halindeki bir topluma nazil olduğu; muhtevasının önemli bir kısmını da o günkü toplumun pratik ve politik gündemi oluşturduğundan o, ahlaki ve edebi tansiyonu oldukça yüksek bir kelamdır. Bu yüzden onu doğru anlamanın yolu, yirmi üç yıllık tarihsel hareketliliği iyi bilmek ve hareket halinde olmaktır. Çünkü Kuran, hareket halindeki toplumlar için benliği inşa ve hayatı tanzim eden dinamik bir kılavuz olurken durgun ve pasif kimseler için sadece bir “teberrük ve takdis” kitabı olarak kalmaktadır. Öyleyse Kuran, elimizde sadece bir “Mushaf( nesne)” olarak kalmamalı, aksine hayatımıza yön veren ve kişiliğimizi inşa eden “canlı ve dinamik bir mesaj( özne)” haline gelmelidir.
#