Miri Ambar
Onlarca yıl önce Erzurum ve çevre köyler 1918 ‘in acılarını sararken sıkıntılar, yokluklar ve perişanlıklar içinde yaşarken; onurunu, haysiyetini, vakarını bütün olumsuzluklara karşı korumuş ve aşağıda özetleyeceğim yaşanmış vakadaki başı dik ayakta durmasını bilmiştir.
Erzurum nufusunun 30 binlerde olduğu, çevre köylerde yoksulluğun kol gezdiği, batı yönündeki mahalllelerin çaykara deresinde sonlandığı ve bu günkü askerlik şubesinin olduğu yerlerde tel örgülerle çevrilmiş askeri bölgenin ve kerpiçten yapılmış subayların kaldığı tek katlı evlerin olduğu bir zamandı.
Ova köylerinden yaşlı sakalları göğüs hizasına kadar uzamış, ayaklarında yırtık çoraplar, üzerinde yırtık mintanla bir insanımız şehre geliyor. Yokluk ve kıtlığın bütün izlerini üzerinde taşıyan bu dadaş işlerini görüp akşamüzeri köyüne dönerken farkında olup olmadığını bilmeden askeri bölgeye giriyor. Kısa sürede nöbetçi adamı görüp yakalıyor.
Nöbetçi: “Amaca sen askeri bölgeye girdin, seni komutana götüreceğim” deyince,
Adamcağız “askere evladım ne askeri bölgesi ben garip bir köylüyüm köyüme gidiyordum. Burasının askeri bölge olduğunu bilemem. Beni bırak gideyim” demiş ama asker bırakmamış ve komutanın huzuruna götürmüş.
Asker selam verip durumu anlatmış. Komutan askeri geri gönderip amcaya bakmış. Ayaklarında nalın, çorapları yırtık, üzerinde ceket ve paltosu olmayan bu yaşlı dedeye iyice bakıp üzülmüş. “Amca üzerinde bir şey yok üşümüyormusun”?
İhtiyar: Yok evladım demiş. Bunun üzerine komutan amca; “şimdi sana ayakkabı ve mont vereyim. Giyince artık üşümezsin” deyince.
İhiyar: bunları nereden verceksin? Komutan; ambardan verceğim demiş.
İhtiyar bunun üzerine olmaz. “Ben Miri Ambardan” verilecek giyisileri giymem. Bunlar benim hakkım değil, olmaz kabul edemem. Komutan nekadar ısrar etmiş isede ihtiyarı fikrinden caydıramammış. Ancak komutan ihtiyarın iyi biri insan olduğunu anlayıp şöyle bir teklif yapmış.
Amca benim eşim evde hasta, eve gidelim ona bir dua oku inşaallah Allah şifasını verir.
İhtiyar; evladım “ben kim, dua kim ben ümmi bir insanım” deyince bu sefer komutan israr etmiş ve ihtiyar amacayı evine götürmüş. Evde hanımını gösterip olan biteni anlatmış. İhtiyar evin hanımına şöyle seslenmiş. “Kızım abdest al beraber iki rekât namaz kılalım ben dua edeyim sende âmin de. Umulurki Rabbim şifanı verir”.
İhatiyar namazı kılar, dua edilir ve izin isteyerek köyün yolunu tutar. Kış biter bahar gelir, bu arada evin hanımıda iyileşir. Bir bahar günü komutan eşiyle birlikte yanlarına birazda elbise alarak köye giderler. Köyde Misafirleri muhtar karşılar. Buyur eder. Fakat komutan ben “filanca şahsi görmek istiyorum” deyip ısrar eder. Gösterilen eve gittiklerinde ihtiyar amcayı ve eşini yoksulluk içinde bulurlar. Fakat hiç çekinmeden ihtiyarın elini öpüp onlara misafir olurlar.
İşte bu ihtiyar amcamız bütün yoksulluğuna rağmen devletin malı olan miri ambardan bir şey almaz. Bunu onuruna yediremez.
Ne diyelim devletin malını yiyenler utansın.
Atasözümüzü şöyle düzenliyelim. “Devletin malı deniz, yiyenler domuz”.