Ağır Misâfir
Ne vakit geleceğini, kimse bana söylemez. Kendisi, zâten haber vermez. Ama yine de ben, her seferinde bilirim o dâvetsizin gelme vaktini.
Bu sabah, biraz daha geç uyandım. Geç yatmak, geç kalkmakla cezâsını buluyor. Cezâm, sâdece bu olsa iyi. Ama asıl cezâ, gözlerimi açar açmaz ilham ile mâlûm olan şu sâdık haberde gizlidir:
Ağır Misâfir gelecek...
Elimi yüzümü yıkamaktan, kahvaltıya kadar olan her şey, geceden kalmış bir sarhoşun serkeş tavırlarıyla ağır aksak yürüyordu.
Gerçi sokağa çıktığında insan, ne kadar da olsa, mahmurluğundan sıyrılıyor. Fakat ana caddenin hoyrat makinaları, havanın mâdenî kokusunu yüzüme yüzüme çarpıp, dünden kalmış gözlüklerimi daha bir bulanık kıldığında; mahmurluğumun, mahrumiyete çevrilmesini; birbiri ardınca sıralanmış inşaatların, kaldırımlarda bana ayırdıkları yere bakarken kendime çok daha münâsip buldum. Fırsattan istifâde, gaybî bir dokunuş, araya girip yeniden ele geçirdi bedenimi:
-Ağır Misâfir'in geliyor, unutma!
Öğleyi, ikindi yaptım. Aldım, sattım, okudum, yazdım... Ne aldım, ne sattım, ne okudum? Sonra bir öğrenci: Abi pek durgunsun bugün hayrola, deyince. Annem aklıma geldi: Bir ağırlık var üzerimde; misâfir gelecek gâliba, derdi; sonrasında hiç şaşmaz, gelirdi beklenen o misâfir. Benim de Ağır Misâfir'im gelecek bugün, ondandır durgunluğum, dedim.
Bir dilim ekmek, birkaç bardak çay, daha fazlasını ne mide kaldırır ne hâl. Mâlûm ya, Ağır Misafir gelecek.
Baktım, rükû ve sücud; gittikçe ızdıraba dönüşüyor seccâdede: Ağır Misâfir kendini iyiden iyiye belli etmede. Âdettendir, dedim; geceye saklar Ağır Misâfir kendini...
Çatırdayan beynim, parça parça yarılıp ya gözlerimden feveran edip akacak ya da kafatasım patlayıp, kan havuzunda boğulmuş sinirlerle, asfaltın üstüne saçılarak yanıbaşımdan geçen kamyonların tekerleklerine kıpkırmızı yapışacak; ense kökünden yükselip şakaklarımdan yana, peş peşe vuran hırpalayıcı çekiç darbeleri, titreyen omuzlarımın üstünde güç belâ taşıdığım kelleyi şiddetle sarsarak kanlı giyotinlere doğru çekip zorla uzatmakta. Temeli zonk zonk oynayan misâfirhânemin işte beklenen meşhûr Ağır Misâfir'i, heybetiyle gelip başköşeye kurulmakta...
Şimdi gece boyu nasıl ağırlarım, nerede yatırırım ben o Misâfir'i?
Bu hâne, zelzeleden tahrîbatsız, sabaha çıkabilir mi?