Pazarlıklı İman Ve Hamâsi Dindarlık
Allah, insanlardan tevhit inancına ve bilincine sahip olup sadık kalarak kendisine kulluk etmelerini ister. Tevhit de doğru ve diri imanı, dinin bölünmez bütünlüğünü ve hayatla olan dinamik bağını ifade eder. Öyleyse insan bu inanç ve bilinçle Allah’a inanmalı, Ondan uzakmış gibi değil, Onun huzurundaymış gibi davranmalıdır.
Kur’an, tevhit inancını sağlam delillere ve bilinçli tercihlere dayandırır. İmanın da istidlali bilgiyle teyit edilmesini ve bilinçli bir tercihle hayatın ayrılmaz bir parçası haline gelmesini hedefler. Çünkü Kur’an’a göre akli ve nakli bilginin insanı imana çağıran sesini işitmeyenler, psikolojik bir faktörle engellenen kimselerdir. Bu engelleyici faktör ise kontrol edilemeyen tutkulardan, hatalı ve sapık görüşlerden ibaret olan “hevâ” dır. O, kontrol dışı tutkuların, insan psikolojisine kendilerini mutlak otorite olarak kabul ettirmesiyle oluşan ahlaki bir zaaf hali ve düşüklük durumudur. Zira tutkuları ilah edinip onların kulu kölesi olmak, akıl ve ahlak dışı bir davranıştır. (Furkan 25/43; Casiye 45/23 vb.)
İşte vahiyle aydınlanmış bir aklın ve eğitilmiş bir iradenin önemi burada ortaya çıkmaktadır. Aksi halde insan hevaya ve hamasete kolayca tav olur; başını okşayan her eli de dost eli sanır. Ayrıca akli ve nakli bilginin göz ardı edildiği, hevanın ve hamasetin hakim olduğu bir ortamda kim meydana çıkıp “ben ilahım, kurtarıcıyım” dese, kendisine kolayca pek çok kul bulur. Çünkü maddi dünyanın olduğu gibi manevi dünyanın da mafya babaları vardır. Onlar, maneviyat alanındaki boş arazileri parselleyip tapusuna ve ruhsatına bakmadan gecekondu peşinde olanlara pazarlarlar. Halbuki dinin ve imanın da ruhsatlısı ve ruhsatsızı vardır. Vahiyle bildirilen, akılla anlaşılan ve iradeyle uygulanan hak din sağlam, tapulu ve ruhsatlı; bunlardan yoksun olan bir din ve inanç olgusu da tapusuz ve ruhsatsızdır.
Eğer piyasada hak din İslam değil de pazarlıklı iman ve hamâsi dindarlık geçer akçe olursa, insanlar ellerindeki Kitaba dönüp bakmazlar, iman ettiklerini söyledikleri vahyi de anlayıp uygulamaya ihtiyaç duymazlar. Böylelerinin hızını Kur’an ve Sünnet bile kesemez. Bunun için onlar uçuk taleplerine cevap verecek sırlı karizmalar ve gizemli kişiler ararlar. Böyle bir hengamede de bazı tiplere gün doğar ve onlar bu fırsatı çok iyi değerlendirirler. Cahil fakat dindar kesimleri gözlerine kestirirler. Onların cehalete dayalı dindarlıklarını da hemen paraya tahvil ederler.
İşte akli ve nakli bilgiden yoksun, Kur’an ve Sünnetten uzak dindarlık ve Müslümanlık bu kadar olur. Bu Kur’anî değil, hevâi ve hamasî bir dindarlıktır. Bunun temel sebebi de çok sayıda insanın, Kur’an kapsamında sunulan ve Hz. Peygamber tarafından ortaya konan İslam’ı değil, bunların onaylamadığı birçok görüş ve davranışı din gibi benimsemiş olmalarıdır. Öyleyse herkes Kuran ve Sünnet ölçüleri içinde inanıp yaşamalı, pazarlıklı imandan, heva ve hamasetten uzak durmalı; Allah’ı ve ahiret hesabını unutmamalıdır. Zira İslam, birileri tarafından teslim alınan değil, insanı teslim alan bir dindir. Böyle olduğu için de bütün aleyhte şartlara rağmen İslam’ın insan kazanımı devam etmektedir.