Acaba ?
lkemizde 700 bin öğretmen istihdam edilmekte. Sayının bu derece yüksek olması nedeniyle de, öğretmenlerin tayin, ek ders gibi istekleri en fazla ilgi gören konulardan birisi. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, katıldığı bir TV programında neden öğrenim, sağlık özrü tayini yapılmadığına açıklık getirdi ve PİSA raporundaki, öğretmenlerin işe geç gelmesine dikkat çekti.
BAKAN ÖMER DİNÇER:" Şimdi bakın dünya raporundan az önce siz bahsettiniz. Lütfen öğretmenlerimiz, eğitim sistemiyle ilgilenen herkes o raporu bir gözden geçirsin, oldukça ibretlik tespitler var. Tüm OECD ülkeleri içerisinde Türkiye'deki öğretmenlerin işe geç kalma oranı en yüksek olan oran, devamsızlık en yüksek oran. Bunu ben söylesem gerçekten bu ülkede acaba haksızlık mı ettim diye siz yargılayabilirsiniz. Ama ben o raporu okuduğum zaman inanın kendimi son derece kötü hissettim." demekte.
Ayrıca meseleye OECD ülkelerindeki öğretmenlerin, özlük hakları, çalışma süreleri, aldıkları ücretler açısından kıyaslama yaparak bakıldığında mevcut durumu yorumlamak daha kolay olacaktır aslında. Gerçi tüm bunlarda işe ya da derse geç kalmaya mazeret teşkil eder mi? Elbet hayır. Burada biraz da kurumlar(okullar)da ki idarecilere iş düşmekte. Vasıflı, iyi bir idarecinin olduğu kurumlarda sorunlar zaten fazla yaşanmamakta. Her tür sorunun yaşandığı kurumlar dikkatlice incelenirse,'bunun nedeni nedir?'sorusunun cevabı 'işinin ehli olmayan idareci faktörü' şeklinde olacaktır.
Durum gerçekten raporda sözü edildiği kadarda olumsuz mudur?
Öyle olmadığını düşünüyorum. İşe geç kalan öğretmen sayısı gerçekten çok azdır. Ve diğer meslek gruplarından daha fazla değildir. Bu hangi verilere göre bu şekilde rapora yansımışsa tam doğru olmadığını bunca yıllık tecrübeye dayanarak söylemek yanlış olmasa gerek. İlla bir noksanlık bulunacaksa evet "derse geç giren öğretmen sayısı işe geç kalandan daha fazladır." dense daha isabet edilmiş olunabilirdi. Ancak bunda bile sorunun kökeni öğretmenden ziyade ilgili kurumun başına ehil olmadığı halde yönetici olarak atanan idareciye dayanmaktadır.
Türkiye’de idareci olmak için girilecek sınavdan 90–95 puan almak, hizmet puanının yüksek olması büyük ölçüde yeterlidir. Kimse bu kişinin idareciliği layığı ile yapıp yapamayacağını sorgulamaz. Sorgulama ise çok sonra ciddi sorunlar yaşanınca olabilmektedir. Bu durumlarda da görev yerinin değiştirilmesi, görevden alma ise çoğu kere mahkeme duvarına tosladığından ilgili kişi güle oynaya eski görev yerine dönüp "gözümü kaparım vazifemi yaparım" mantığı ile yoluna devam edebilmektedir. Türkiye’de idarecilik öyle sanıldığı gibi kolay bir iş değildir aslında. İdarecilik yapmak için ya çok "idealist" olacaksınız ya da koltuk sevdalısı. Kim ne derse desin bunun üçüncü bir tercih nedeni yoktur.
Bana göre mevcut sistemde öğrencilerle uğraşmak öğretmenlerle uğraşmaktan daha kolaydır.
Bu noktadan meseleye baktığınız zaman aslında idarecinin işi bir hayli zor. Ya sözünü dinletecek ya da personeli ile ‘papaz’ olacak. Bence kural neyi gerektiriyorsa o yapılmalıdır. Asıl olması gereken görev bilincinin devrede olmasıdır ki bu bilinci kazanmış bireyin olağanüstü hallerin dışında işe geç kalması da derse geç gitmesi de mümkün müdür? Görev bilincine sahip olmamayı değişik bahanelerin arkasına saklanarak izah etmek ise hiç etik değildir."Bu maaşa bu kadar iş çok bile..."deme mantığı devrede olursa birçok işin geri plana atılması kaçınılmaz olacaktır.
Birçok meslektaşım, görev yaptığı kurum amirinin yana yakıla şu haklı uyarıyı her dönem içinde birkaç defa tekrarladığına mutlaka şahit olmuştur;"Arkadaşlar lütfen vaktinde derse çıkalım". Hatta bazı arkadaşların; "ben idareci olursam çoğu kişi ile sürtüşmek zorunda kalırım" dediğini, yeni idareci olan kişinin samimi arkadaşları ile bile şayet kuralları tam uyguluyor ise aralarının açıldığını," İdareci oldu değişti "ya da "eski köye yeni adet mi getiriliyor? " lafını bir şekilde görmüş ya da duymuştur. Bu tarz sözleri duymayan idareci olmuş arkadaş çok azdır. Eğer duymadı ise büyük bir ihtimalle ya işleyen düzene çomak sokmadığından ya da çok sevildiğinden ötürü olmalıdır.
Birde eğer doğru ise 70 bin öğretmenin başka kurumlarda işi ne?
Açıklama aynen şöyle; "Türkiye'de 660 bin kadrolu öğretmen var... Aile atamaları, sağlık atamaları yahut diğer atamalar sebebiyle 70 binden fazla öğretmen, şu anda Milli Eğitim Bakanlığı'nda kendi bulunduğu kadroda görev yapmıyor. Valiliklerde, il müdürlüklerimizde, öğretmen evlerinde, Gençlik Spor Bakanlığı'nda, Sosyal Politikalar Bakanlığı'nda, TBMM'de öğretmen görevli. O görevlendirilmiş öğretmenlerin yerine biz öğretmen de koyamıyoruz, çünkü kadrosunu muhafaza ediyor. Böyle bir yapı içerisinde öğrenci ve öğretmen sınıfta değilse, dünyanın en güzel müfredatını hazırlasanız, eğitiminizin kalitesini nasıl artırırsınız?"
Bu mesele kanun ve yönetmeliklere uygunsuz şekilde yapılan görevlendirmelere son verilmesi ile halledilebilir. Görevlendirme meselesi Türkiye’nin bir hastalığıdır. Ve bu hastalık ruhumuza o kadar işlemiştir ki yaptığımız usulsüz görevlendirmeleri bize yapılan tüm uyarılara rağmen sanki normalmiş gibi bünyemize kabul ettiririz. Görevlendirmeyi hadi bir nebze olsun anlıyoruz da görevlendirmenin yerine yapılan görevlendirmeleri anlamak ne mümkün. Bir görevlendirmenin yapılabilmesi için görevlendirilecek kişinin norm kadro fazlası olması gerekmektedir. Örneğin bir kurumun matematik öğretmenine ihtiyacı varken o kurumdaki matematik öğretmenini başka bir kuruma görevlendiremezsiniz. Eğer görevlendirirseniz usulsüz bir görevlendirme yapmış olursunuz. Hele bir de görevlendirme yaptığınız kişinin yerine başka bir görevlendirme yaparsanız usulsüzlük üstüne usulsüzlük yapmış olursunuz.
Bakanın sözleri birçoklarımızın yüreğini haklı olarak elbet incitiyor. Üzülüyoruz. Ancak birazda dönüp "acaba?" demek gerekmiyor mu?