Komiser
Bir emekli komiser tanıdım. Çöpe atılmış ağır gardrop kapaklarını, evine kadar taşımasında yardımcı olduğum bir emekli komiser... İki parça kapağın ucundan tutuvermiş olmam, onu daha yakından tanımama sebep oldu.
Dairesine vardığımızda, belinde asılı anahtarlardan biriyle kapıyı kendisi açtı. Müzik öğretmeni eşinin, hayli zaman önce vefat ettiğini öğrendim buradan. Evinde hiç kimse yoktu. İki çocuğunun, başka şehirlerde yaşadığını da öğrendim.
Bu yalnız komiserin, aynalı gardrop kapaklarını ne yapacağına dâir bir fikrim yoktu. Kapıdan, bölmeden bahsetti, fakat bunlardan hiçbir şey anlamadım.
Bir şüphe duymadığım halde, yıpranmış soluk renk cüzdanından emniyet kartını çıkartarak komiser olduğunu teyit etti bana. Buna gerek yoktu. Ama sonradan öğrendim ki bu tavrı, aslında onun emekli bir bekçi olduğu bilgisinin yaygın bir dedikodu olarak çevrede dolaşmasından kaynaklanıyordu.
Üniformalı değildi fotoğrafında. Emekli komiser olduğu, görev yılıyla birlikte yazıyordu. Mühür de vardı kimliğin üzerinde.
Dikkatle incelemiş olmam, ziyadesiyle mutlu etti onu. Hizmet yerlerini bir çırpıda sıraladı. Gururunu yadsımadım. Fakat kim onunla dost olmak istese, dostluğunun temellerini, bu kimlikte var kıldığını, şu rahatlamış hâlinden pekala anlayabilirdi.
Ayrılırken her şey namaz, oruç değil yeğen; birine yardım etmek de büyük iyiliktir diyerek bir de nasihat etti bana. Şeklin, zanna olan tesirine, kendi üzerimden sürekli şahit olmam, bu telkini doğru anlamama yardımcı oluyordu.
Yağmurlu bir akşam üstü, tekrar gördüm onu. Gardrop kapaklarını bulduğu çöp kutusunun yanındaydı yine. Bir şey arıyordu çöpten. Dükkandan dışarıya çıkıp seslendiğimde, yanıma gelerek: yeğen, dedi.
-Kimlik kartımı kaybettim.
İnsanın başına gelebilecek en kötü şeyle karşı karşıya olduğundan şüphe yoktu. Hayatın hülâsasını yitirmiş bir adamın kederi vardı yalnız. Kaybedilenlerin tek kazanımını da birdenbire kaybetmek ve sonsuz bir boşluğa yuvarlanmak... Büyüyordu bu boşluk küçük çakır gözlerinde. Geçmişini işgal eden tüm mevziler bir bir düşüyordu.
Ne olacak şimdi diye sorduğumda, hafızasının da artık zayıfladığını itiraf ederek:
-Evvelsi günü yerel gazeteye kayıp ilanı vermiştim. Fakat dünkü gazetede göremedim ilanı. Parkta çay içiyordum, masada unutup gitmişim gazeteyi de! Telefon açtım. Dün çıktı ilan komiserim, görememişsinizdir, dediler. Haydaa! Dükkanlarda dünün gazetesi olmadığı için, anlayacağın Pertev Paşa'dan bu yana, baka baka geliyorum çöplere. İnsanlar, önceki günün gazetesini, sonraki gün çöpe atıyorlar. Sende var mıydı kırmızı gazeteden?
Yoktu, ama aradığı gazetenin merkez binası neredeyse, oraya giderek dünkü gazeteyi kolayca alabileceğini söyledim.
Olağanüstü bir şeyden bahsetmişim gibi: "Olur mu ya!" dedi.
Arşivleri var, numûneleri var, neden olmasın ki, dedim.
Üstü başı sırılsıklam olmuştu. Yorgunluğu, çehresinde sadece bir yorgunluk olarak değil, bir hastalığa işaretmiş gibi dökülüyordu. Kimlikten uzak kalınmış her saniye, akşamı daha da karartıp komisere bir kâbus gibi çöküyordu şimdi.
Ağır adımlarla yeniden yola çıktı. Arkasından baktım, ilk gördüğü çöp kutusuna tekrar eğildi, kimliğinin kayıp ilanını arıyordu. Sanki başka bir şey arıyordu.
Acaba komiser neyi arıyordu?
#