Yıl 1915, yer Erzurum, aylardan Ocak
Yıl 1915, yer Erzurum, aylardan Ocak
Birinci Dünya Savaşı başlamış olanca şiddetiyle sürüyor.
Osmanlı Ordusu; Galiçya, Çanakkale, Süveyş, Yemen, Hicaz, Allahu Ekber Dağları ve Basra cephesinde savaşıp destanlar yazıyordu.
Askerler Çanakkale’de “Çanakkale içinde aynalı çarşı/Anne ben gidiyom düşmana karşı”, Yemen cephesinde “Al o Yemendir/Gülü çemendir/Giden Gelmiyor /Acep nedendir” Erzurum ovalarında “Göç göç oldi/ Göçler yola dizildi/ Uyku geldi ela gözler süzüldi anam süzüldi / Ağam nerden aşar yolu yaylanın, anam yaylanın” ağıtları dillerde dolanıyordu.
Ülkenin ufuklarını kara bulutların kapladığı bir günde; Hasankale, Köprüköy muharebelerini yapan askerlere yiyecek, giyecek götürülmesi gerekti. Vilayetin yöneticileri hemen toplanıp bir karara vardılar. Askerin ihtiyaçları gönderilmeliydi. Durum acildi. Ama neyle ve kiminle?
Erzurum’da erkek kalmamıştı. Hepsi cepheye gitmiş geride çocuklar, kadınlar ve ihtiyarlar kalmıştı. Ancak yardım gitmeliydi. Öküz arabası, at arabası, at kızağı yoktu. Erzurum’un üzerinde karabulutlar dolaşıyor yaklaşan fırtınayı haber veriyordu.
İşte bu anlarda akıllarına bir çare geldi. “Erzurum Sultanisi” öğrencileri askere yiyecekleri götürebilirdi. Karar verildi. Leyli Meccani öğrencileri yükü sırtlarında taşıyacaktı. Ancak torba, telis yoktu. Çare öğrencilerin yatak çarşaflarını dikerek çuval yapmakta bulundu.
Kollar sıvandı, makineler çalıştırıldı ve otuz kilogramlık çuvallar dikildi. Yiyecek ve giyecekler çuvallara doldurulup öğrencilerin sırtlarına verildi.
Yol uzun hava soğuk etraf bembeyaz, sıcaklık – 30 dereceleri gösteriyordu. Yükünü sırtına alan öğrenciler yola koyuldular.
Susuz harmanlar geçilmiş, tarihi “Paşa Pınarına” doğru kafile yol alıyordu. Ağızlardan çıkan nefesler adeta havada donuyor, etrafın sessizliğini zorlukla hazırlanmış ilkel ayakkabıların sesi bozuyordu. Hamam Deresi ve Deveboynu geçidi zor yol veriyor, kafile öğleden sonra Pasinler ovasına ancak ulaşıyordu.
Yaşları 15-16 olan bu genç sultani öğrencileri bir taraftan üşüyor, diğer taraftan sırtlarındaki yükün etkisiyle terliyorlardı.
Uzaktan iki yıl öncesinin tüten bacalarının olduğu güzelim köyler görülüyor ama hiçbir baca tütmüyordu. Ova adeta ıssızlaşmış kaderini bekliyordu.
Çok uzaklardan top sesleri duyuluyor, Osmanlı ve Rus askerleri karşılıklı top ateşi yapıyor, tüfek sesleri Pasinler ovasında yankılanıyordu.
İkindiye doğru ayaz iyice kendini göstermiş öğrencilerin ayakları sızlıyor, yürüyüş kolu neredeyse olduğu yerde sayıyordu. Donma belirtileri başlamıştı. Öğrencilerin dizlerinde derman kalmamıştı. Daha gidilecek yol vardı.
Yükler Korucuk köyüne ulaştırılmalıydı. Öğrenciler bütün takatlerini toplayarak emaneti yerine teslim etmenin şuuru içinde idiler. Ama soğuk artık beyinlerini esir almış sizi donduracağım diye haykırıyordu.
İkindiye doğru uzaktan köy görünmüştü. Güneş batmak üzere, eller donmuş, ayaklar buz kesilmiş, sadece sırtları ter içindeydi. Bu ise yüklerin bırakıldığı anda hızlı bir donma olacağının işaretini veriyor, belli belirsiz duygularla köye akşam ezanlarında köye ulaşıyordu.
Erzurum’dan alınan yükler kırk kilometre sırtta taşınarak eksi otuz derecelerde Korucuk köyüne yetiştirilmişti. Artık buradan sonra yükleri başkaları sırtlanıp cepheye taşıyacaktı.
Erzurum idadisi öğrencileri ise yükü teslim etmenin huzuru içinde bir kısmı donarak bir kısmı tifo, tifüs gibi bulaşıcı hastalıklara yakalanıp son nefeslerini verecek, hepsi vatan uğrunda hakka yürüyeceklerdi.
Şairin dediği gibi; “Talih zebun / Düşman kavi / Dost yoktu”.
Ruhları şad, makamları Cennet olsun.